Geçen haftaki köşe yazımda, kendi ve partisel siyasi çıkarları için liyakate düşman olmuş zihniyetlerden topluma fayda gelmeyeceğine dem vurmuştum. Bugün ise aynı olgu paralelinde konjonktüre göre güç odaklarına yaranmak için bukalemuna dönenlerin liyakat düşmanlığına vurgu yapacağım.
Kendilerini milliyetçi, Kemalist veya solcu lanse eden bazılarının konjonktür değişir değişmez oruç ve ezan müptelası olduklarına ve Türkiye Temsilcilerinin gittiği camide ispatı vücut yapmak için paniğe girenlere utanç içinde tanık oluyoruz.
Kendini en büyük KKTC sevdalısı gören ve Devlete sahip çıkın çağrısı yapanların işini gücünü bırakıp baskı ve tehditle dünürünü müsteşar, damadını ise nasıl özel kalem yaptırdıklarına tanık olduk.
Kendilerini mütedeyyin olarak belirli çevrelere duyurup bu çerçevede büründükleri rolü dellal edenlerin yine başka bir kesime yaranmak için alkol masalarının görüntülerini sosyal medyada paylaşım yapanları gözlemledik.
Gerek milliyetçi gerekse mütedeyyin kisvesi altında kendilerine ve yakınlarına nepotik ilişkilerle çıkar sağlayan ve liyakati katlederek başkalarının hakkını gasp edenlerin ne devletini düşündükleri ne de Allah korkusu taşıdıkları açık ve nettir.
Devlet sevgisini ve dinimizi istismar eden makyavelist ve oportünist şahıslara liyakatin dinimiz açısından ne denli önemli olduğunu nafile da olsa tekrar hatırlatmak isterim.
Ø Yaşadığı dönem (1207-1273) XIII. yüzyıla denk düşen Mevlânâ, halkın sevgisini kazandığı gibi kendisine büyük saygı gösteren Selçuklu devlet adamı ve yöneticileri üzerinde etkili olmuş, bu konumu onu halk ve kamu yönetimi ilişkilerinde adeta bir kamu denetçisi konumuna taşımıştır. “liyakat ve ehliyet” kavramları Mevlânâ’nın başyapıtı Mesnevi’nin pek çok hikâyesinde farklı karakterler vasıtasıyla işlenerek adeta eserin bütün satırlarına serpiştirilerek, ruhuna aksettirilmiştir. Bunu aşağıdaki örneklerle daha net ortaya koyabiliriz:
· Mevlânâ herhangi bir işte liyakat sahibi olmak için öncelikle eğitimin iyi okullarda, iyi hocalar elinden olması gerektiğini şu ifadelerle vurgular: “Ey akıl sahipleri, meslek edinmede o işin ehli olan, düzgün bir kişiden yardım isteyin”. “Ey kardeş, inciyi sedefin içinde ara; mesleği meslek sahiplerinden iste” (Mesnevi, V/1055-1056, 2015: 650).
· Mevlânâ, özel ve kamu ayrımı yapmaksızın hangi iş ve konum söz konusu olursa olsun insanları bilgili, ehil ve işinin uzmanı kimselerle iş görmeye ve işbirliği yapmaya çağırır. Aksi halde insanın ehil olmayan kişilerden zarar göreceğini vurgular. Bir rubaisinde şöyle der: “Bilgisiz kişinin testisine taş at, fakat zeki ve bilgilinin eteğine yapış. Ehil olmayanlarla bir an bile eğleşme, çünkü aynayı suda bırakırsan elbet paslanır” (Rubailer, 2008:1209).
Ø Kur’an-ı Kerim’de mealen buyuruluyor ki: “Allah size, mutlaka emanetleri (işleri) ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.” (Nisa 58)
Ø Hz. Peygamber (s.a.v), işi ehline verme noktasında çok hassas davrandığından Tebük Seferinde Hz. Ömer (r.a) ve Hz. Ali (r.a) gibi büyük sahabelerin bulunduğu orduya azadlı köle Zeyd’in oğlu Üsâme’yi kumandan tayin etmiştir.
Ø Hz. Ömer (ra), bir gün vali ya da bürokrat olmayan Ebu Bekre’nin bir kısım mallarına el koydurmuş ve hazineye aktarmıştır! Ebu Bekre bu durumu öğrenince itiraz etmiş ve ben vali ya da bürokrat değilim! Benim mallarıma neden el koydun ey Ömer, diyor! Hz. Ömer (ra), Evet sen bürokrat değilsin fakat senin kardeşin beytülmalden sorumlu bürokrat! O, sana borç para veriyor ve sen de bununla ticaret yapıp servet biriktiriyorsun! Eğer kardeşin bu görevde olmasaydı, sen bu serveti nasıl biriktirecektin! Senin mallarına da bu yüzden el koydum, demiştir!
Sonuç olarak; milliyetçi ve dindar kisvesi ile devlete çöken makyavelist ve oportünistler şeffaflık, hesap verebilirlik ve liyakati saf dışı bıraktıkları ve biz toplum olarak buna boyun eğdiğimiz sürece halen karanlık olan dünyamızın zifiri karanlığa dönüşeceği kuvvetle muhtemeldir.