Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın1968’de, Richard Nixon’un başkanlık zaferinin ardından dile getirdiği “Amerika’nın düşmanı olmak tehlikeli olabilir, ancak dostu olmak ölümcül” ifadesi, o dönemde Vietnam’daki Amerikan politikalarına bir göndermeydi. Ancak aradan geçen yıllar, bu sözün yalnızca tarihsel bir yorum olmaktan öte, farklı dönemlerde ve krizlerde yeniden yankı bulduğunu göstermiştir. Günümüzde ise Ukrayna’daki gelişmeler, bu ifadenin güncelliğini koruduğuna dair güçlü bir hatırlatma niteliğindedir.
Geçmişe Bir Işık: ABD ile Müttefik Olmanın Paradoksu:
➜ ABD’nin ekonomik kalkınmaya destek veren bir müttefik olup olmadığına dair en çarpıcı örneklerden biri Japonya’dır. 1980’lerde küresel ekonomik güç dengelerinde yükselen Tokyo, Washington’un dayattığı Plaza Anlaşması ile uzun yıllar süren durgunluk ve deflasyon sarmalına sürüklenmiştir.
➜ Benzer şekilde, ABD’nin özgürlük ve demokrasiyi teşvik eden bir güç olup olmadığına dair tartışmalar da tarihte farklı örneklerle şekillenmiştir. Vietnam’dan Afganistan’a ve Irak’a kadar birçok müdahalede, çatışmalar kontrolden çıktığında ABD’nin hızlı bir geri çekilme stratejisi izlediği görülmüştür. 1975’te Saygon’da (Vietnam) ve 2021’de Kabil’de yaşanan kaotik tahliyeler, ABD’nin yerel müttefiklerini zor durumda bıraktığı eleştirilerine neden olmuştur.
➜ Bugün, Ukrayna meselesi çerçevesinde de benzer bir tartışma yaşanmaktadır. ABD’de, eski Kongre Üyesi Tulsi Gabbard gibi isimler, “Biden Yönetimi ve NATO, Rusya’nın Ukrayna’nın NATO’ya üye olmasıyla ilgili meşru güvenlik endişelerini basitçe kabul etseydi, bu acıdan kolayca kaçınılabilirdi” diyerek Washington’un politikalarını eleştirmektedir. Aynı şekilde şunu da hatırlamak gerekmektedir ki 1990 yılında, ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov’a NATO'nun doğuya doğru genişlemeyeceğine dair bir garanti vermiş Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi eski Doğu Bloku ülkelerini ve Baltık Devletleri’ni alması, bu güvenceyi sorgulatmıştır. Buna paralel olarak. AB'nin genişleme süreci, özellikle 1990'ların sonlarına doğru Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin katılımıyla ivme kazanmıştır. 2004'te gerçekleşen en büyük genişleme ile, eski Sovyet bloğundan gelen 10 yeni ülke Birliğe dahil olmuştur ve ABD’nin samimiyeti bir kere daha sorgulanmıştır.
➜ Tarihsel örnekler, ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerinde stratejik çıkarlarını öncelediğini ve krizleri çoğu zaman kendi perspektifinden yönetmeye çalıştığını göstermektedir. Ukrayna meselesinde de benzer bir tablo ortaya çıkmaktadır. Mevcut eğilimler, savaşın nihayetinde Rusya’nın güvenlik kaygılarını dikkate alan bir anlaşmayla sonuçlanabileceğine işaret etmektedir.
🔴 ABD’nin tarihsel olarak müttefikleriyle ilişkilerinde çıkarlarını ön planda tuttuğu ve krizleri kendi çıkarlarına göre yönlendirdiği açıkça görülmektedir. Ukrayna örneğinde olduğu gibi, uluslararası ilişkilerde güç dengesinin yeniden şekillendiği bir dönemde, büyük aktörlerin güvenlik endişelerini görmezden gelmek, daha büyük sorunlara yol açabilir. Bu, sadece ABD için değil, onunla ittifak içinde olan ülkeler için de geçerli bir risk teşkil etmektedir. Gelecekte, dünya çapında güç ilişkileri yeniden şekillenirken, doğru stratejilerin geliştirilmesi ancak doğru analizlerle mümkün olacaktır. Ez cümle, burada ABD ile dirsek temasında olan, hatta kendini Amerika’nın NATO Dışı Büyük Müttefik’i olarak lanse eden ve son dönemde kendi güç ve kapasitesinin ötesinde manevralar yapmaya çalışan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi liderliğine de bir mesaj vardır.