Kamu idaresi dediğimiz örgütün en temel görevlerinden ve amaçlarından bir tanesi devlet adına ülkede yaşayan bireylerin ihtiyaçlarını giderecek faaliyetlerde bulunmaktır. Yürütülen bu faaliyetler de genel itibarıyla kamu hizmeti faaliyetleri olarak adlandırılmaktadır. Bu faaliyetlerin, yani kamu hizmeti faaliyetlerinin diğer faaliyetlerden en önemli farkı bunların asıl sahibi ve sorumlusunun kamu idaresi olmasıdır. Dolayısıyla söz konusu faaliyetler üzerinde idarenin yetkisi ve ama aynı zamanda buna paralel olarak sorumluluğu da bir o kadar fazladır.  Söz konusu kamu hizmeti faaliyetlerinin daha iyi anlaşılması için birkaç örnek vermek yerinden olacaktır. Örneğin; eğitim hizmetleri, sağlık hizmetleri, elektrik hizmetleri, ulaşım hizmetleri gibi hizmetler kamu hizmeti faaliyeti olarak adlandırılmaktadır.

Peki söz konusu faaliyetlerin kamu hizmeti faaliyeti olarak adlandırılmasının anlamı nedir? Yukarıda da kısaca belirttiğimiz üzere eğer ki bir faaliyet anayasa ya da yasalarca kamu hizmeti faaliyeti olarak tayin edilmişse, o hizmetin yerine getirilmesinden sorumlu olan yegâne örgüt kamu idaresidir. Dolayısıyla o faaliyetin gereği gibi yerine getirilmemesinden kaynaklı olarak ortaya çıkabilecek zararlardan da yine yegâne sorumlu olan da idaredir.

Ülkemizde idarenin sorumluluğunda olan bu kamu hizmetlerinden kaynaklı birtakım zararlar ortaya çıktığında yapılan resmi açıklamalara bakıldığında büyük kısmında bireylerin kabahatli ilan edildiğini görmek son derece mümkündür. Bunun en bariz örneği de artık maalesef her gün yaşanan trafik kazalarıdır. Ulaşım hizmetlerinin sunulması ve bu ulaşım hizmetlerinin güvenlik içerisinde sağlanması idarenin (Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı ile Polis Genel Müdürlüğü) en başta gelen vazife ve sorumluluklarındandır. Bir ülkenin ulaşım hizmetleri o ülkenin diğer birçok fonksiyonlarının gereği gibi yerine getirilebilmesi bakımından da hayati önem taşımaktadır. Ulaşım hizmetlerinin sağlanmasından başlayacak olursak; ülkemizin yollarına bakıldığında maalesef standartların altında olduklarını söylemek için işin uzmanı olmaya çok da gerek yoktur. Ancak yine de konu ile ilgili uzmanların yaptıkları açıklamalar da halkın büyük çoğunluğunun düşündüğü ile paralel şekildedir. Yolların çukurlarla dolu olması, eğimlerinin yanlış olması, çemberlerin mühendislik hataları barındırması, ışıklandırma eksiklikleri, şerit çizgilerinin olmayışı vs ilk göze çarpan hususların başında gelmektedir. Ancak trafik kazaları ile ilgili polis raporlarını okuduğumuzda görebildiğimiz kusur ve sorumluluk “dikkatsiz sürüş” ifadesi ağırlıklı olmak kaydıyla sadece sürücüden kaynaklı kusur ve hatalardır. Ortaya çıkan kazalarda ve zararlarda sürücülerin hiç kusuru yoktur demek elbette gerçeklerle ve hayatın olağan akışıyla bağdaşmaz ancak, yukarıda bir kısmından bahsetmiş olduğumuz ve idarenin sorumluluğunda olan hata ve aksiliklerin bu kazaların ortaya çıkmasından hiç mi etkisi yoktur?

Elbette buna olumsuz cevap vermek de hem hukuki hem de teknik açıdan mümkün değildir. Dolayısıyla burada önemli olan husus söz konusu kazanın/zararın ortaya çıkmasından idarenin kusur/hata oranının da tespit edilmesidir. Burada mühim olan bir başka husus ise idarenin, bireyleri kusurlu/kabahatli ilan etmeden önce sorumlu olduğu hizmetin kuruluşunda ya da işleyişinde bir aksaklık/kusur vs. var mı yok mu onu kontrol etmesinden geçmektedir. İdare, bir refleks olarak hizmetten yararlananlara ilişkin açıklama yapmadan önce sunmuş olduğu kamu hizmetine dair yanlış/hata/eksikleri tespit etmek ve varsa bunları düzeltmek ve yine bunlardan kaynaklı olarak ortaya çıkan zararları karşılamakla mükelleftir. 

Peki bu hizmetlerin sunulmasında idarenin başkaca görev ve sorumlulukları nelerdir? Bunların başında gelen bir diğer husus da eğitimdir. Sürücü okullarının vermiş oldukları eğitim standartlarının ne kadar yeterli olduğu da yine ayrıca idarenin üzerinden durması gereken konuların başında gelmektedir. Bunun temel nedeni ise, söz konusu eğitimlerin kamu idaresi adına sürücü okulları tarafından veriliyor olmasıdır. Dolayısıyla kamu idaresi bu okulları denetlemekten ve standartları belirlemekten sorumludur.

Tüm bu sorumluluklar hangi ortamda tam manasıyla tespit edilip ortaya çıkarılabilir sorusu akıllara gelmektedir. Bu sorumlulukların ortaya çıkmasının ise temelde iki yolu mevcuttur. Birincisi, idarecilerin sorumluluk bilincine sahip olarak bunu kabul etmeleri ve gereğini yapmaları diğeri ise hukuk yoluyla idarenin sorumluluğuna hükmedilmesidir. Bahsedilen her iki yol da hukuk devletinin ve aynı zamanda esasında KKTC Anayasasının da bir gereğidir.

İdarenin sorumluluğunun tespit edilmesinde önemli olan bir diğer nokta ise; bireylerin idareden hesap sorma bilincine sahip olmalarıdır. Bireylerin, idarenin görev, yetki ve sorumluluğunu mahkemeler yoluyla idareye “hatırlatmaları da” idarenin bu konuda kendine çeki düzen vermesini sağlamanın en etkili yollarından biri olduğu unutulmamalıdır.

Hesap sorma ve hesap vermek bilincimizin, kamu hizmetlerinin kalitesi, verimliliği ve idarenin sorumluluğu ile yakın ilişki içerisinde olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır.