Hiç kimsenin inkâr ve itiraz edemeyeceği bir gerçeği hatırlatmakta yarar görüyorum. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Annan Planı sürecinin sonucunda tarihinde ilk kez tek başına iktidara gelmiş ve Cumhurbaşkanlığı mevkine seçilmişti.

Kendisine tarihsel bir zafer kazandıran Annan Planı süreciyle ile ilgili CTP, öyle anlaşılıyor ki; yanıltıcı bir çıkarımda bulunmaktadır. Şöyle ki, CTP Annan Planı sürecinin nedeni değil sonucu olarak zaferden zafere koşmuştur.

Başta BM ve AB olmak üzere Kıbrıs’ta federal çözüm için Annan Planına evet dedirtmek maksatlı Kıbrıs Türkü üzerinde birçok vasıtalarla motivasyon yaratılmıştı. Bunun sonucu olarak, olası bir çözüm ve dış dünyaya açılımın artılarının eksilerinden fevkalade fazla olduğunu değerlendiren Kıbrıs Türkü (ben de dahil) büyük bir çoğunluk olan % 65 ile Annan Planına evet demiştir.

O günün iktidarı ve en büyük kitle partisi UBP kurumsal olarak Annan Planı karşıtı bir tutum sergilediği için çözüm ve Annan Planı savunucusu CTP doğal olarak sürecin taşeronu durumuna getirilmiştir.

Hatırlanacağı gibi; 24 Nisan 2004 tarihli Annan Planı referandumunun hemen ardından 1 Mayıs 2004’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tüm adayı temsilen AB’ye üye oldu. Yine hatırlanacağı gibi; Rum Kesiminin Anan Planını % 75,38' ile reddetmesinin temel nedenlerini hiç kuşkusuz Rum lideri Tasos Papadopulos ve AKEL liderliğinin tutumu oluşturmuştur.

Kıbrıs Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos, televizyonda yayımlanan konuşmasında, Annan planına "evet" demenin getirdiği tehlikelerin "hayır" demekten daha fazla olduğunu söyleyerek Küçük Emrah misali ağlamaklı bir sesle Rum halkını referandumda "hayır" demeye çağırmıştı.

Kıbrıs Rum halkının Annan Planına hayır demesinin ikinci sebebi ise maalesef AKEL’in başta CTP’ye karşı olmak üzere sergilediği riyakarlıktır. Durumun böyle olduğu, Eski AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun yaptığı açıklamalardan anlaşılmaktadır.  Kiprianu, AKEL’in Annan Planı’ndaki tavrının esas sebebinin Papadopulos’un istifa tehdidinden kaynaklandığını ifade etmiştir. Bu istifa karşısında endişelenen AKEL,  Annan Planı'na “evet” şeklinde bilinen tutumunu “hayır”a çevirmiş, mücbir veya meşru bir zemin yaratmak için ise Planın uygulanmasına Türkiye’nin garanti vermesi gerektiği gerekçesini veya bahanesini ortaya koymuştur.

Annan Planı sonrası özellikle Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde Rum Yönetimine yönelik yaptıkları tepkisel açıklamalar açık ve sarih olarak Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün esas nedeninin ne merhum Rauf Raif Denktaş, ne Dr. Derviş Eroğlu ne de Ersin Tatar’ın olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak; Annan Planına evet diyen Kıbrıs Türküne Uluslararası camia tarafından haklılığının teslim edilmediği, başta mevcut AKEL liderliği olmak üzere Annan Planına hayır demelerinin hatalı olduğunu ve bundan sonra gündeme gelecek benzeri plana amasız ve şartsız evet diyeceklerini itiraf ve ikrar etmedikleri ve benzeri bir plana yine Kıbrıs Türkünün evet Kıbrıs Rum’unun ise hayır demesi halinde Kıbrıs Türküne hakkının teslim edileceğinin uluslararası bir anlaşma ile hükme bağlanmadığı sürece CTP’nin mitingler ve paneller düzenlemek ve barış ateşi yakmak ile sokakları inleten Annan Planı ruhunu ihya etmesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.