Ortaokul seviyesindeki bir kız çocuğunun başörtüsü ile okula gitme girişiminin gerek okul yönetimi gerekse eğitim sendikalarınca, laiklik gerekçesiyle engellenmesiyle birlikte ortaya çıkan gerginlikler, gündemi meşgul etmeye devam ediyor.

Türkiye’nin 1990’lı yıllarda yaşadığı başörtüsü ile ilgili sorunu, ülkemize de ithal etmeye başladık. HattaTürkiye’deki bazı medya kuruluşları, “başörtüsü krizi”ni “postmodern darbe” olarak adlandırılan 28 Şubat yasaklarıyla ilişkilendirdiler.

Oysa 28 Şubat sürecinde Türkiye’deki kız öğrencilerin başörtüsü ile üniversiteye girmeleri yasaklanırken, KKTC’deki bütün yükseköğretim kurumları inanç özgürlüğüne saygı duyarak, başörtülü öğrencilere kucak açmıştı.

Kaydetmek gerekir ki Kıbrıslı Türklerin sosyolojik yapısında dindar/laik gibi bir fay hattı olmadığı gibi, siyasal alanda da böyle bir karşıtlık hiç olmamıştır. Dolayısıyla kutuplaştırılmaya çalışılan “başörtüsü krizi” yapay bir sorun veya en iyi tabirle konjonktürel bir kriz gibi görünmektedir.

Kıbrıslı Türklerin tarihsel olarak din ile ilgili bir sorunu olmadığı gibi, tam tersine İngiliz Sömürge Yönetimi’nde ve Rum çoğunluk karşısında Müslüman kimliğini korumuş ve asimile olmamak için direnmiştir.

Kıbrıslı Türkler özellikle Atatürk inkılaplarından etkilenerek, din ve devlet işlerinin ayrılmasını öngören laiklik anlayışını içselleştirmiş ve kendine özgü bir yaşam tarzı geliştirmiştir.

Üstelik Kıbrıslı Türklerin Atatürk inkılaplarını benimsemesi, kanun zoruyla veya yukarıdan dayatılarak değil, gönüllü olarak sivil düzeyde ve Sömürge Yönetimine rağmen gerçekleşmiştir.

Örneğin, önceleri sarık, fes ve dizlik giyen Kıbrıslı Türk erkekler ile çarşaf giyen kadınlar, Türkiye’deki kıyafet ve şapka inkılabından sonra, Kıbrıs’ta da modern kıyafetler giymeye başlamıştır.

Türkiye’de harf inkılabı 1928 yılında kabul edilirken, Kıbrıslı Türkler arasında 1929 yılında özellikle genç öğretmenlerin öncülüğünde ve genç gazetecilerin destekleriyle geçildiğini görüyoruz.

Türkiye’deki inkılaplar gecikmeden Kıbrıslı Türkler tarafından yakından takip edilip uygulanırken, medeni kanunun değiştirilmesi, İngiliz Yönetimi’nin ancak 1952 yılında ikna edilmesiyle mümkün olabilmişti.

Dolayısıyla Kıbrıslı Türklerin modernleşme ve laiklik anlayışı, 20. Yüzyılın ilk yarısına kadar şekillenip içselleştirilmiştir.

Bununla birlikte, Türkiye’de din dersleri 1927 yılından sonra okullarda kaldırılmasına rağmen, Kıbrıslı Türkler okullarda din derslerine devam etmiştir. 1976 yılından sonra ise din dersi, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nde, Türkiye’deki gibi seçmeli ders statüsünde müfredata konmuştur. Ancak Türkiye’de din derslerinin 1982 Anayasası ile birlikte zorunlu hale gelmesinden sonra, 1985 yılından sonra KKTC’de de aynı uygulama takip edilmiştir.

Kıbrıslı Türklerin laiklik modeli, dini sembollerin okullarda ve devlet dairelerinde açıkça yasaklanmamakla birlikte, sergilenmemesi bakımından Fransa’daki modele benzerken, din eğitimi de dahil olmak üzere din hizmetlerinin devlet eliyle verilmesi ve dinin devlet kontrolünde olması bakımından da Türkiye’deki laiklik modeline benzemektedir.

Ancak Türkiye’de başörtüsünün kamusal alandaki varlığı, artık sorun olmaktan çıkmış ve inanç özgürlüğünün bir gereği olarak kabul edilmiştir.

KKTC’deki son olaylar, Kıbrıslı Türklerin tarihsel olarak tevarüs ettikleri beka kaygısını yeniden canlandırarak, içselleştirmiş olduğu laik yaşam tarzına bir tehdit olarak algılamıştır. Hatta kimileri, bunun planlanmış bir provokasyon olduğunu bile ileri sürebilmektedir.

Sonuçta bu tarz pratik sorunları, önümüzdeki dönemlerde de yaşayabileceğimizi hesaba katarak, demokrasi ve insan haklarına saygı çerçevesinde çözmek durumundayız.

Mevcut mevzuat, aslında uzlaşmak için irade gösterilmesi halinde, bu tarz sorunların çözmesi için elverişlidir.

KKTC Anayasası’nın ilk maddesi, laikliği devletin bir niteliği olarak tanımlamaktadır. KKTC Milli Eğitim Yasası’nın 19. maddesi eğitimde laikliği esas almaktadır.  Ayrıca 1996 yılında Çocuk Hakları Sözleşmesi KKTC Meclisi tarafından onaylanıp, iç hukukun bir parçası olarak yürürlüktedir.

Burada önemli olan laikliğin nasıl yorumlanacağıdır! Din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan laiklik, devletin tarafsız olmasını gerekli kılmaktadır.

Ne var ki laiklik gereği devletin tarafsızlığının nasıl sağlanacağı konusunda, dünyada farklı uygulamalar bulunmaktadır.  Kimi devletler, farklı dinlere karşısı “kör” davranırken ve dolayısıyla hiçbir dini pratiğe karşı duyarlılık göstermezken, kimi devletler de farklı dinlere eşit mesafede durarak, dini pratiklere karşı duyarlılık göstermektedir.

Peki, biz KKTC olarak laikliği nasıl yorumlayacağız?

Otoriter bir çizgide mi yoksa demokratik bir laiklik olarak mı?