Kıbrıslı Türklerin tarihsel olarak verdikleri siyasal eşitlik mücadelesi, kolektif bir özne olarak ve Rum toplumu ile ilişkili olarak şekillenmiştir.
Bir yandan sayısal çoğunluğa sahip Rum toplumu karşısında içten içe sayısal azınlık olduğunu hisseden Kıbrıslı Türkler, muhtemel bir çözümde iki kesimliliğe ve özellikle Türkiye’nin garantörlüğüne hassasiyet göstererek kırılgan yapısını güvence altına almaya çalışmış, diğer yandan da eşit siyasal statü pozisyonundan geri adım atmamıştır.
1983 yılında kurulan KKTC devleti’nin ilanında bile, yeni devletin federasyona açık olduğu ve eşit iki halk arasında kurulabileceği vurgulanmaktaydı.
Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından sunulan kapsamlı çözüm planında, eşit statüde iki kurucu devletten ve dönüşümlü başkanlıktan oluşan federal bir yapı öngörülmekteydi. Fakat plan, Rumlar tarafından büyük bir çoğunlukla reddedilmesinden dolayı, hayata geçirilememiştir.
Keza Crans-Montana zirvesinde yönetim ve güç paylaşımı kapsamında siyasal eşitliğin unsurlarından olan dönüşümlü başkanlık önerisi, BM Genel Sekreteri Guterres tarafından önerilen pakette yer alırken, Kıbrıs Rum tarafınca dirençle karşılaşıldı.
Ayrıca güvenlik ve garantiler konusunda Türkiye, alternatif bir güvenlik sistemine esnek yaklaşmasına ve askerlerin kademeli olarak azaltılmasını kabul etmesine rağmen, Rum tarafının “sıfır asker ve sıfır garanti” ısrarından dolayı, bir uzlaşma sağlanamadı ve zirve başarısızlıkla sonuçlandı.
Kıbrıs Türk liderliği 2020 yılından sonra, tarihsel olarak sürdürülen siyasal eşitlik mücadelesi yerine, esas itibarıyla devletler arası hukuksal ilişkileri imleyen egemen eşitlik tezini ortaya attı. Ancak bu tez, maalesef ne uluslararası hukuk ne de uluslararası politika bakımından meşru karşılanmadı.
O bakımdan geriye tek bir çıkış yolu kalıyor: Siyasal eşitlik temelinde iki kurucu devletin federal yapıyı oluşturması. Bu çözüm şekli, gerek bugüne kadarki BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla gerekse uluslararası politika açısından meşru kabul edilmektedir.
Öte yandan Rum tarafının, öncelikle siyasal eşitliğin sayısal eşitlik anlamına gelmediğini anlaması gerekiyor. 27 üyesi bulunan Avrupa Birliği’ndeki üye devletlerin nüfus oranlarına bakıldığında, Kıbrıs 25. sırada yer alıyor; ancak 1. sırada yer alan Almanya ile siyasal anlamda eşit sayılıyor; dış politika, savunma ve vergilendirme gibi konulara ilişkin kararlarda oy birliği şartı aranıyor. Dolayısıyla siyasal eşitlik sayısal eşitlik olsaydı, Kıbrıs’ın AB içerisinde esamesi bile okunamazdı!
Bu arada iki ayrı devlet tezi. Kıbrıslı Rumlar üzerinde bir negatif motivasyon etkisi yaratmış olabilir; “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” gibi bir iş görebilir.
Nitekim Güney Kıbrıs’ın merkez sağdaki en büyük siyasal partisi olan DİSİ ve Merkez soldaki AKEL’in federal bir yapıda, Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliğini artık kabul ettikleri söyleniyor.
Annan Planı referandumu sonrasında BM Genel Sekreterinin 28 Mayıs 2004 tarihli İyi Niyet Misyonu Raporu’nda, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle siyasal eşitliğe dayalı federal bir yapı içinde iktidarı paylaşmaya eğer hazırsalar, bunu sadece lafla değil, eylemle de göstermeleri gerektiği yönünde hala geçerliliğini koruyan çarpıcı bir değerlendirme yapmıştı.
O zaman eylem zamanı!