Sevgi ve sevgililere adanmış bir günün ‘hegemonya’ kavramıyla ilişkilendirilmesi, ilk bakışta yadırgatıcı gelebilir.

Ancak hegemonya denilen güç ilişkisi, zorlamanın yanı sıra rızanın alınmasıyla kültürel alanda üstünlük kurar ve tam da bu karakteriyle, kalpleri ve zihinleri fetheder.

Bugün dünyanın birçok yerinde Aziz Valentine günü, yani Sevgililer Günü olarak kutlanan bu fenomenin, ismi dışında tarihsel kökeni ile artık hiçbir alakası kalmamıştır.

Sevgililer Günü’nün tarihsel kökenine ilişkin en yaygın efsaneye göre, 3. yüzyılda dönemin Roma İmparatoru, kendilerini savaşa adamaları için erkeklerin evlenmelerini yasaklar. Fakat Hristiyan rahiplerden biri olan Aziz Valentine, bu yasağı çiğneyerek çiftleri gizlice evlendirir.  Bunun öğrenilmesi üzerine ise Aziz Valentine, Roma İmparatoru tarafından tutuklatılır ve 14 Şubat günü idama mahkum edilir.

14 Şubat günü ilk kez,  ‘Saray aşkı’ olarak adlandırılan romantik ilişkilerin, şövalye ve soyluların arasında yaygın olduğu Orta Çağ döneminde kutlanmaya başlanır.

Modern dönemde ise Sevgililer Günü, özellikle 18. yüzyılda aşk mektupları ve küçük hediyelerle başlayıp, 19. yüzyıldaki sanayileşmenin etkisiyle, hazır basılmış kartlarla ve 20. yüzyılda çiçek, çikolata ve mücevher hediyelerle kutlanır hale geldi.

Sevgi ve aşka adanmış masum bir gün olarak kutlanmaya başlanan Sevgililer Günü, günümüzde artık gösterişçi bir tüketim çılgınlığına dönmüş ve çiftler üzerinde hegemonik bir hal almıştır.

Bugünü fırsata çeviren birçok işletme, fahiş fiyatlarıyla çiftler üzerinde baskı oluşturabilmektedir.

Kırmızı güllerden, kırmızı kalpli peluş bebeklere, pırlanta yüzüklerden bileklik takılara, özel menülü restoranlardan, romantik tatil paketi sunan otellere, online alışveriş kampanyalarından, eğlence pazarlamalarna kadar bir dizi ticari tüketim, Sevgililer Günü için seferber ediliyor..

Bu seferberlik dışında kalanlar ise marjinalize ediliyor; hatta adeta farklı bir gezegenden gelmiş muamelesi görüyor!

Giderek tek tip bir kutlama biçimine dönüşen Sevgililer Günü’nde çiftlere biçilen klişe roller de belli:  Kadınlar hediye bekleyen, erkekler ise hediye alması gereken bir pozisyona düşürülmektedir.

Daha da kötüsü, sevgi gibi insani bir duygunun ölçüsü, hediyenin fiyatına endekslenebilmektedir.

Bu ilişki kipi, bir yandan kimi zaman kadınlara hayal kırıklıkları yaşatırken, diğer yandan da ataerkil toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmektedir.

Aşk veya romantik sevgi, belki sevgi türlerinin en yücesi ve en safı kabul edilebilir; ancak Sevgililer Günü ironik olarak bu sevgi türünü ticari motiflerle lekelemiştir. Hatta bu sevgi ilişkisi, insanlar arası olmaktan çıkıp, nesneler arası tüketim ilişkisine dönüşmüştür.

Öte yandan Sevgililer Günü’nün çiftler arasında kutlanması da kendi başına yeterli değildir; bugüne ilişkin tüketim şatafatının ve pembe mutluluk tablosunun sosyal medyada paylaşılması ve başkalarının da buna şahitlik etmesi, işin adabı haline geldi.

Bu ise birçok soruyu ve sorunu akla getirmektedir:

Romantik sevgi gibi iki kişi arasındaki özel ilişkinin, sosyal medyada ‘dellal düdük’ edilmesi, ilişkideki derin bağları ve güveni oluşturan mahremiyete zarar vermez mi?

Sürü psikolojisine kapılarak sosyal medyada alenileştirilen özel anlar, hala özel olarak kalabilir mi?

Sevgililer Günü’nde alınan bir mücevher hediye, partneriniz tarafından olduğunuz gibi kabullenmenin, duygusal olarak onaylanmanın, takdir edilmenin, sıcak bir gülümsemenin ve şefkatli bir dokunuşun yerini tutabilir mi?

Peki, Sevgililer Günü’nü metalaştırmadan ve gösterişe dökmeden kutlayamaz mıyız?

Elbette kutlayabiliriz; ancak sevgiye ve aşka önem veriyorsak, bunu bir güne sıkıştırmadan, hayatımızın pratiği haline getirebiliriz.

İlle de 14 Şubat’ta kutlama yapmak istiyorsak, bunu ticari ve gösterişçi tüketim tuzaklarına düşmeden, sevdiklerimize kaliteli zaman ayırarak ve onlarla anlamlı paylaşıma girerek de yapabiliriz.

Aziz Valentine aşk uğruna kendi hayatını feda etmişti.

Biz de sevginin hatrına, gösterişçi tüketim çılgınlığından birazcık fedakarlık yapamaz mıyız?