Çiftler dünya tarihinde belki de ilk defa bu yüzyılda hem çok özgürler, hem çok sorunlar yaşamaktadırlar. Geleneğin, toplumsal dayatmanın işe yaramadığı, çiftlerin kendi başlarına ilişkiyi kurma ve yönetme sorumluluğunun başladığı yeni bir çağ bu.

      Yüzyılımız, çiftleri yalnız bırakmayı seçti. Eskisi gibi toplumun işlere karışması yok. Kol kırılır yen içinde kalır diye bir durum da yok. Eskiler için belki hala eski yöntemler işe yarıyor gibi görünse de genç çiftler için bunlar sadece sonucu geciktirici oyalanmalar olmaktan öteye geçemiyor.

      Sürdürülebilir ilişkilere duyulan gereksinim; çiftlerin sonraki adımı atmasını yavaşlatabilmekte veya her şeyin bir oldubitti hızında sonuçlanmasına neden olabilmektedir.

      Oysaki ilişkiler durağanlığı da aceleciliği de sevmez ve adım adım gelişmek ister.

      Ne yazık günümüzde her iki ucun da yaşandığı ilişkilere tanık oluyoruz. Her şey çok çabuk olup bitiyor mesela. Büyük aşk yaşanıyor ve bitiveriyor. Bazen balayı dönüşü boşanmalar oluyor.

      Bunların yanında, uzatmalı, bir noktaya takılıp kalan ilişkiler de var. Çiftin bir eşi, “hazır değilim” nakaratını tutturuyor veya ilişkilerin sorumluluk tarafını almaya yanaşmayabiliyor.

      Aile kurumunda süregelen ilişki çıkmazları ise başlı başına psikososyal içerik taşıyor ve sağlıklı aile, sağlıklı toplum ezberimiz bozuluyor.

      Bir şekilde, aile birliğine yönelik hukuki ve geleneksel yapının beslediği kurallar var.

      İlişkilere ise söze yazıya dökülmeyen pek çok beklenti şekil verir. Beklentilerin yapıcı taşı, süreç içinde değişme özelliği taşıyan gereksinimlerdir. Üstelik ilişkilerde ala-vere diyebileceğimiz bir karşılıklılık ilkesi vardır. Bu ilke kaynağını, kişilerin duygusal bütünlüğünden, dirimsel hareketliliğinden alır. Çiftin bir eşi, veremeyeceği bir şeyler beklemeye başladığında, ilişkinin duygusal bütünlüğü zarar görür. Güven, uyum, doyum kanalları çalışmamaya başlar ve doğal olarak çift olabilme olasılıkları eksilir. Yani aidiyet duygusu yara alır.

      Peki, bütün bunlar ilişkilerin kötü kaderi mi yoksa çiftlerin yapabilecekleri bir şeyler var mıdır?

      İnsan söz konusu olduğunda, mutlaka çıkar yol vardır. “Ölüme çare yok” demiş, eskiler.

      Hayal kırıklığı içindeki çiftlerin, yalnız hissetmeleri çok kolaydır. Anlaşılmadıklarını, değerli hissedemediklerini duyumsarlar. Çiftin her bir eşi bunları yaşadığında ve birbirlerinden benzer bir şeyleri beklediklerinde araya soğukluk, gerilim veya uzaklık gibi nahoş duygu ve durumlar girebilir. Aslında, birbirlerini anlamak için çabalamayı bıraktıkları anda bu zararlılar devreye girer.

      Yıllara meydan okumayı başaran ilişkilerin içindeki hareketliliğe yakından bakmak gerek. Çiftin her bir eşi, değişime hazır; uyum ve doyum kanallarını tıkayacak durumlara karşı da duyarlıdır. Öyle “bizden geçti, aşk-tutku bitti de sevgi kaldı” gibi kandırmaca tuzaklara düşmeden, zamanın ilişkiye getirdiği yeniliklere hazırdırlar.

     Anlayacağımız, “cicim ayları geçti” diye yaslanacak bir duvar yoktur. Düşülecek bir çukur vardır.