Pek çoğumuz gibi ben de anadilimizde bu sözcüğün olmamasını isterdim. Türkçede “keşke” olmasaydı, pişmanlıklarımızın ikide bir gözümüzün içine iğne gibi batmasından kurtulurduk belki. Kim bilir.

      “Keşke” sözcüğü ileriye doğru yürümeyi zorlaştırır gibi bir rol yüklenmiş. Oysaki Victor Hugo mu söylemişti, “geçmişteki bir derde üzülmek yeni dertler yaratır” diye. Doğruluğu şüphe götürmez olsa da bizler “keşke” sözcüğünden çok uzaklaşamıyoruz belli ki.

      TDK sözlüğüne göre “keşke”, özlem veya pişmanlık içeren bir sözcük.  İngilizcede “if only”; Fransızcada ise “si seulement”. Arapçada, kısaca “layt” deniyor. İspanyollar “si solo” derken, Felemenkçe’de  “als maar” denmekte. Japonlar “moshi sonara”, Çinliler, “yâoshi”  demekte. Bir şekilde dünya dillerinde en çok kullanılan sözcük olduğundan şüphelendiğim “keşke” sanırım dil bilim tarihçilerinin araştırmasını hak edecek bir geçmişe sahiptir. İnsanlık tarihi kadar eski bir sözcük olduğu geliyor aklıma. Ama konu, dil bilimi tarihçilerinindir ve ben günümüzde insanı etkileme gücünü sizinle tartışmak isterim.

       “Keşke” geçmişten gelerek yarını etkileme gücü taşıyan bir sözcüktür, bence. Gölgedir ve önümüzü görmeyi engelleyebilir.  Güneş tutulmasının gözleri kör edebileceğini hepimiz biliriz. “Keşke” de böyle işte.  Geçmişin pişmanlıkları geleceğin özlemlerini tutsak eder ve yaşam bir güneş tutulmasına dönüverir.

     Bunun yanında bu sözcüğün kapısını araladığınızda, başkaları için harcanmış ömürler bulabilirsiniz. Kendini unutmuş, arzularını öğrenmeye bile kalkışmadan insanlar için sürekli çabalamış kişilerin, son durakta ellerinde “keşke” sözcüğünden başka bir şey kalmamış olabilir.

      Çok eski bir geçmişte kalan bir yabancı anı canlanıyor zihnimde. Son kız çocuğunu evlendirmeyip, yaşlılığında bakması için evde tutan yaşlı bir kadın ile karşılaşmıştım. Tıbbi cihazlara bağlı kuru bedeni göçe hazırlanıyordu ve ona bakması için seçtiği kızı da yaşlanmıştı.

      Anılara sosyokültürel geçmişimizin karanlık sayfaları da takılıyor.   Biliyorsunuz. Eskiden fakir bir aileden “besleme” denilen kız çocuğunu bu amaçla evine alanlar vardı. Tarihimiz bunlarla dolu değil mi? Bu kişilerin “keşke” deme hakları bile ellerinden alınmış. Doğru mu?

      Bazıları da aklını ve varlığını toplumuna armağan ederek ve “keşke” demeden göçüp gitmişler. Saygıyla andıklarımız ve minnet duyduklarımız.  Konumuz bu fedakâr kahramanlar değil. Onlar en başta karar vermişler ve engellere aldırmadan yola devam etmişler. Bazı anneler, babalar gibi.

      Bir şekilde yaptıklarımız ve yapmadıklarımız; tercih ettiklerimiz ve etmediklerimiz kapışır. Kazananın olması pek zor çünkü zaman denilen şımarık çocuk işini kafasına göre yapar. Kararlarınızı ince eleyip sık dokuyarak verseniz bile, sonucu tahmin etmeniz çok zordur. Aksi bir durumda, cebinizde hazırda bekleyen “keşke” kesesi, kendinizle savaşınızın cephanesi oluverir.

      Kişinin hayal kırıklıklarını, uğradığı zararları kendi tercihlerine bağlı cezaları gibi görmesine ne diyorsunuz? Lütfen bir düşünün. Ne çok karar veriyoruz veya verdiğimizi sanarak sorumluluklar alıyoruz. Sanki kararı verdiysek sonucunu da biz belirleyebilirmişiz gibi bir yanılsama içindeyiz. Tek başımıza değiliz ve her karar başkalarını ve farklı beklenmedik koşulları da içine alarak uygulamaya geçer. Bu nedenle sonucun olumsuzluğunu tek başına yüklenmenizin azabını da düşünmenizi öneririm.

      Unutmayalım ki doğru kararlar da yanlış sonuçlar verebilir. Yanlış görünen tercihler doğru sonuçlar verebilir. Matematik bilimi bu yaşamsal tecrübeleri, onlarca yıl önce ispatlamıştır.

      Nihayetinde, “keşke” sözcüğünü sohbetimize rağmen hâlâ sevemiyorum. Değil mi ki kişiye pişmanlık ve suçluluk duygularını yüklüyor? Geriye dönüşün imkânsız olduğu dönemeçlerde ileriye gitmeyi engelliyor.

      “Şöyle yapsaydım, böyle olur muydu” formülü işe yaramayan bir formüldür ve sırtını bütün dünyada “keşke” sözcüğüne dayayarak iş yapmaktadır.

      Oysaki insanın yaşam yolunda yürürken ağır yüklere değil; ileriyi gören sağlam gözlere, akla ve kalbe gereksinimi vardır. Pişmanlıkların yola taş koyması değil, bize kendimizi ve yaşamı ve yapabileceklerimizin sınırlarını öğretme gücünü değerlendirmemiz gerekir.