Bir ekonomist olarak, siyaset bilimi konusunda elbette uzman değilim. Ancak, akademik eğitimim boyunca kamu yönetimi ve siyaset bilimi hakkında edindiğim müktesebat sayesinde mevcut dünya düzeninin şekillenmesinde nelerin etkili olabileceğini idrak etmek için gerekli nosyona sahip olduğumu iddia edebilirim.

Şadi San Saruhan ve Ata Özdemirci’nin ‘Bilim Felsefe ve Metodoloji” isimli kitabında ahlaki ilkelerin dayandığı dört temel düzlemden bahsedilmektedir. Bunlar fayda, haklar, adalet ve himayedir.

Ahlaki ilkelerin dayandığı dört temel düzlem içerisinden fayda ve himaye hiç kuşkusuz dünya düzeninin şekillenmesinde temel aktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dünya maalesef dün olduğu gibi bugün de süper güçlerin tercihlerine göre yön almaktadır. Süper güçlerin ekonomik ve savunma yönündeki üstün çıkarları uluslararası camianın kararlarına da yansımaktadır. Çünkü gerek BM gerek IMF gerekse diğer örgütlerde süper güçler veto hakkına ya da hegemonik güce sahiptirler

Süper güçlerin üstün çıkarları yanında himaye ettikleri ülkelere yönelik yaklaşımları da dünya düzenine yön vermektedir. Şımarık İsrail’in hak, adalet ve hukuku hiçe sayarak yaptığı katliamlar ABD’nin himayesi ve özellikle Anglo Sakson ülkelerin sesli veya sessiz desteğinin sonucu olduğunu herhalde inkâr eden yoktur.

Himayeciliğe göre güdülen politikanın vahameti maalesef demokrasi, hak ve adaletin emsali olduğunu iddia eden Avrupa Birliği’nin merkezinde de yaşanmıştır. Şöyle ki, katil İsrail’e destek mitingleri AB’de de sorunsuz gerçekleşirken, masum çocuk ve kadınları katleden İsrail’i protesto mitingleri engellenmiştir.

Faydacılık ve himayecilik ile şekillenen dünya düzeninin günümüzdeki tarifi moda kavramla Reel Politikadır.

Realpolitik, ideallerden ziyade pratik hedeflere dayalı politikadır. Kelime İngilizce anlamıyla "gerçek" anlamına gelmez, daha çok "şeyler" anlamına gelir. Dolayısıyla şeylerin olduğu gibi uyarlanması politikasıdır. Realpolitik bu nedenle pragmatik, lafı dolandırmayan bir bakış açısı ve etik kaygılara aldırış etmeme anlamına gelir. Diplomaside genellikle ulusal çıkarların amansız, ancak gerçekçi bir şekilde takip edilmesiyle ilişkilendirilir (https://www.britannica.com/topic/realpolitik). Dolayısıyla, ülkedeki pratik siyaset, ahlak veya ilkelerden ziyade ülkenin, siyasi partinin vb. acil ihtiyaçları tarafından kararlaştırılır (https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/realpolitik).

İsrail’in tarih boyunca dünyanın gözü önünde Filistin’e uyguladığı zulüm, Irak’ta Saddam’ın, Libya’da ise Kaddafi’nin devrilmesi süper güçlerin tahakkümündeki reel politikanın eseridir. Hak, hukuk, adalet ise maalesef Filistin gibi güçsüz ve himayesiz ülkelerin acizlik içerisinde temel referans noktalarından ibaret kalmaktadır.

Geçtiğimiz haftalarda Ana Muhalefet Partisi liderinin yaptığı açıklamayı anlamakta zorlandım. Şöyle ki, Erhürman Amerikan kongresinde Netanyahu’nun ayakta alkışlanmış olmasını “Dünya düzenin ne kadar alt üst olduğunu gösteren bir durum” olarak niteledi.

Eğer Erhürman dünya düzeninin son zamanlarda alt üst olduğunu iddia ediyorsa, pek doğru bir saptama yapmadığı kanısındayım. Zira, aşağıdaki soruların bilinen yanıtı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lehine Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe iten alt üst olmuş dünya düzenin sonucu değil midir?

Merhum kurucu cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi; Rum Yönetiminin çözüme yaklaşmamasının temel nedeni mevcut dünya düzeninin Rum Yönetimini Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak görmesi değil midir?

Annan Planı’na evet diyen Kıbrıs Türk Tarafı olmasına rağmen Rum tarafının mükâfatlandırılması alt üst olmuş dünya düzenin sonucu değil midir?

Türk tarafının Annan Planına evet demesi için AB’nin doğrudan ticaret gibi boş vaatlerde bulunması alt üst olan riyakâr dünya düzeninin sonucu değil midir?

Çözümsüzlüğün müsebbibi merhum Denktaş ve sağ siyaset görünmesine rağmen gerek Rum Kesiminde gerekse Türk kesiminde Talat ve Akıncı gibi sol liderler zamanında dahi Kıbrıs sorununa çözüm bulunmaması Rum kesimini şımartan alt üst olmuş dünya düzeninin sonucu değil midir?

Özellikle Akıncı döneminde Türk tarafının tabuları dahi tartıştırdığı ve tavizkar görüldüğü süreçte dahi Rum Yönetiminin siyasi eşitliğimizi kabul etmemesi, Rum yönetimine ses çıkartmayan ve dur diyemeyen uluslararası camianın yarattığı alt üst olmuş dünya düzeninin sonucu değil midir?

Cumhurbaşkanı oldukları dönemde Talat’ın ‘Ellerinde olsa nefes almamızı dahi engelleyecekler’, Akıncı’nın ise ‘Bu bizim neslin son dememesidir’ söylemleri aynı zamanda alt üst olmuş dünya düzeninin emareleri değil midir?

Sonuç olarak; sol muhalefetin de kabul etmesi gerektiği gibi, alt üst olmuş dünya düzeni Tatar’ın yeni siyaseti iki devletliliği ve egemen eşitliği ütopik hale getirirken, zımnen destek veren uluslararası camianın da şımartmasıyla Kıbrıs’ın tek hâkimi olarak cumhuriyeti işgal eden Rum yönetiminin bin bir dereden su getirerek reddettiği federal çözüm ise Kıbrıs Türkünü umutsuzluğa ve ontolojik belirsizliğe sevk eden platonik bir hedef halini almıştır.