Yaşamın sürprizleri ve sınavları; bir şekilde her çifti bir yerlerde yakalar. Aldatmak sadece bir kadının veya erkeğin ilişki dinamiklerine gölge düşürmesiyle ilgili bir kavram değildir. Aldatmak; cinsel duygusal terk edişlerin yanında maddi istismarları, yalan dolanı, sahte kişiliklerin çarpık danslarını ve daha nice ayrıntıyı içine alacak çok geniş ve ağzı büzgülü bir torba gibidir. Kendinde var olmayan her neyse, “varmış” gibi davrandığın her noktada partnerini aldatırsın, yaralarsın, alt üst edersin. İşte güvenin zedelenmesinin yarattığı deprem de budur.

      Geçen hafta güven olgusunun sadece çift ilişkilerinde değil, dünya ile kurduğumuz her bağda etkin bir kavram olduğunu konuşmuştuk. Yönetenlere, amire, işçiye, arkadaşa, evlada, anne-babaya…ve daha nicesine yönelik bir pusula şaşması gibidir güven yıkımı. Ne yapacağını, nasıl ilerleyeceğini bilemezsin. Bir şeyler yaparsın, bilir-bilmez, işe yarar mı idrakinde olamazsın.

      Ancak bu durum çiftler arasında gerçekleştiğinde, en yakın halka -yani dünya ile kurduğun en önemli varoluşsal bağ- tehlike sinyalleri verir. Çünkü çift birbirine en basit anlamı ile “çifttir”. Bağlıdır. Beraberdir. Bütünleyendir. Tamamlayandır. Bu nedenle sadakat kavramı sınava girdiğinde, ortaya duygusal bir yıkım çıkar ve önünü alamazsanız. Rüzgârın önüne kattığı kuru yapaklar gibi sürüklenmeye başlarsınız. Rotasız ve adres yok. “Rüzgâr nereye götürürse!”  Bu sözcükleri duydunuz ve yaşadınız, değil mi?

       Sevgili dostlar, geçen haftaki yazma o kadar duyarlı yanıtlar verdiniz ki, ben tekrar öğrendim. Her sınavda neler kaybettiniz ve tekrar yaşamınıza ekleme savaşı verdiğinizi bana anlattınız. Yaşam ve insan bize öğretir ve her öğrenme bir değişimdir.

       Affetmek zor. Çünkü güven yıkılıyor. Bu yazdıklarınızdaki ortak noktadır. Sevgi bitmeyebilir, bazılarınız sevginin yakın dostu nefrete sığınmış. Böyle baş etmiş, yakılan dünyası ile. Bazılarınız yıkıntıların arasından yeni bir şeyler kurmaya çalışmış. Eskisinden farklı olsa da daha da dayanıklı olmasını umarak çabalamış.

      Bir şekilde iş başa düştüğünde, bir yol çiziyoruz ve çoğu zaman yolun sonunda doğru veya yanlış yaptığımız hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Değneği bile olmayan kör bir insan gibi.

      Ancak kabul edelim. Güveni incinen bütün kadın ve erkekler; doğru bir yol arayışı içindedir. Bir şekilde bilirsiniz, sizi incittiği kadar mutlu da etmiştir. Yalnız bıraktığı kadar yanınızda da olmuştur. Doğru yöntem burada saklı, değil mi? Parçalanırken, bütüne de bakmalı. Eldekiler yeniden denenebileceğini işaret ettiğinde ve “tamam” dendiğinde, bunu yapmak çok zor, sancılı bir sürecin başlangıcıdır.

      Elbette ortada bir bütünlük olmadığını anlayabilirsiniz. Birleştirecek ve yeni bir başlangıç yapacak malzeme kalmamıştır. O zaman karar vermek daha kolay. Daha az acı veya daha az parçalayıcı veya daha az yıkıcı değildir. Hangi kararı verirseniz verin, duygusal sisteminiz yeniden başlarken kanamaya devam eder. Geride bırakmak da zordur, beraber yürümek de.

      Size eşlik edecek ve kanamanızı azaltacak en değerli yoldaşınız yeni yolculuğunuzda verdiğiniz “doğru” karardır. Zor olsa da doğruyla yürümek, size ait bir karardır ve gözleriniz dikiz aynasına takılmadan ileriye doğru devam edebilirsiniz. Geriye bakmaktan kendinizi alıkoyamazsanız kaza yapmanız kaçınılmaz olur. Eski yaralar iyileşmeden yeni yaralar açılır. Bu nedenle “tamam mı devam mı” konusu bütün akli ve duygusal bütünlüğünüzle ele alınması gereken en önemli konudur.