Birçok kez altını çizdiğimiz gibi kalkınmış refah ülkeleri, fiziki plan, imar planı, stratejik plan ve kalkınma planlarına göre bütçe yaparak  nepotik ilişkileri ve siyasi rantı asgariye indirmek için...

Birçok kez altını çizdiğimiz gibi kalkınmış refah ülkeleri, fiziki plan, imar planı, stratejik plan ve kalkınma planlarına göre bütçe yaparak  nepotik ilişkileri ve siyasi rantı asgariye indirmek için kurumsal yönetişim ilkelerine göre şeffaf ve hesap verebilir yapıları içeren devlet ve kamu düzeni ihdas etmişlerdir. Refah ülkelerinin başarısındaki temel sırların başında ise özellikle insan sağlığı ve meşruiyetini halktan alan devletin bekası için yapılması gereken denetimlerin etkinliği ve verimliği için siyasi müdahaleyi uzak tutan kurumsal ve yasal mekanizmalar oluşturmuş olmalarıdır. Bu sayede de bu ülkelerde yolsuzluk oranı yok denecek kadar az olup adalet ve demokrasi yüksek seviyededir. KKTC’de bazı kesimlerin sözde sevdalısı olduğu Avrupa Birliği (AB) müktesebatı da vatandaşa hizmeti odağına alan kurumsal yönetişimi esas almaktadır. İşte bu sayede diğer refah ülkeleri ve AB sorunların çözümüne  reaktif değil proaktif yaklaşırlar. Proaktif yaklaşım hiç kuşkusuz deprem de dahil kriz ve risk yönetimi için de uygulanır. Kriz kavramı,  beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan ve meydana geldiği kurum ya da toplumda olumsuz sonuçlar doğuran olaylar olarak tanımlanır. Kriz yönetimi ise muhtemel kriz durumuna karşılık, kriz sinyallerinin alınarak değerlendirilmesi ve örgütün kriz durumunu en az kayıpla atlatabilmesi için gerekli olan önlemlerin alınması ve uygulanması sürecidir (https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1647298). Kriz yönetimi sadece bir krizin ortaya çıkması sonrasında gerçekleştirilen faaliyetleri değil, kriz ortaya çıkmadan alınan kararları ve atılan adımları da kapsamaktadır. Bu kapsamda bir kurum kriz ekibini, kriz senaryolarını ve yararlanılacak iletişim araçlarını kriz öncesinde ya da kriz ortaya çıktıktan sonra belirleyebilmektedir. Kriz ortaya çıkmadan önce önlemlerin alınması veya kriz ekibinin oluşturulması proaktif bir yaklaşım iken; kriz meydana geldikten sonra etkilerini azaltmak amacıyla gerçekleştirilen çalışmalar ise reaktif kriz yönetimi kapsamında değerlendirilmektedir (Akar, 2014, s. 445). Vatandaş odaklı bir yapıya bürünemeyen, şeffaflıktan ve hesap verebilirlikten uzak, uluslararası değer, kriter ve kıstaslarla barışık olmayan  KKTC gibi yerinde sayan ülkeler ise maalesef reaktif kriz yönetiminde dahi başarılı olamamaktadırlar. Reaktif kriz yönetimde dahi kriz sonrası harekete geçilerek önlem almaya odaklanılırken bizde  maalesef önlem almaktan ziyade önlem alınacakmış gibi  algı yönetimi, şov ve gündemi değiştirme çabalarını içeren sözde hükümetçilik oyunu oynanmaktadır. KKTC’de krizleri ve sorunları çözmedeki acizlik, kifayetsizlik, dirayetsizlik ve basiretsizlik sadece bugünkü hükümet için değil farklı partilerin yer aldığı dünkü hükümetler için de geçerlidir. Şöyle ki 5 Aralık 2018 gecesi yaşanan sel, taşkın, heyelan ve toprak kayması olayları ile ilgili o günkü dörtlü koalisyonun Başbakanı Tufan Erhürman, büyük bir heyecanla komiteler kurmuş, raporlar hazırlatmıştır. Üstüne üstlük Erhürman “HAREKAT PLANI oluşturuyoruz. Bilimsel verilerle hızla hareket edeceğiz. Derelere müdahalelerde izinler ne zaman verildi ARAŞTIRACAK ve hukuka gideceğiz” iddialı açıklamalarda da bulunmuştur (yeniduzen.com). Hesap soracağız şeklinde olumsuz algıyı yönetmeyi amaçlayan Erhürman hükümeti maalesef sel felaketinden kısa bir süre sonra derenin akışına müdahale edilerek inşa edilen bir tesisin makineleri için teşvik kararı almıştır.  Neticede o günkü hükümet de bugünkü gibi şovdan ibaret gündemin değişmesini beklemiş ve sonrasında hiçbir müteahhit, belediye başkanı,  izin makamı veya benzeri bir kişiye ne hesap sorulmuş ne de yargıya havale edilmiştir. En acı olanı ise benzeri vakaların yaşanmaması için kurumsal, yasal ve denetim açısından radikal önlemler de alınmamıştır. Bugünkü hükümet ise en acil konularda dahi kayıtsız kalırken toplantı üstüne toplantı şovları yaparak sanki de çözüm üretecekmiş gibi algı yaratmaya çalışmaktadır. Bu toplantıların bir çoğu da icra yetkisi olmadığı halde siyasi rüşvet olarak Sarayda topladığı zevatı iş yapar gibi göstermek için  toplantı yapmak için toplantı yapan Cumhurbaşkanlığında gerçekleşmektedir. Başbakanlıkta bugünlerde sık sık yapılan toplantıların konusu hiç kuşkusuz yapı denetimidir. Ülkedeki binaların bir an önce  deprem veya yıkılma riskini ivedilikle ölçmeyi amaç edinmişler. Peki raporlamayı bitirseniz ne olacak? Ne yapacaksınız? Ne yapabilirsiniz? Geçmiş ve şimdiki hükümet ve Belediyelere sesleniyorum: “Yıllardır raporları hazırlanıp yıkılması veya güçlendirilmesi gereken binalar için üç maymunu oynamaktan başka ne yaptınız?”.  Halen yıkılması gereken tesislerin tahliyesi, sakinlerinin geçici konaklanması ve ivedilikle  yıkılmaları için halen daha kılınızı kıpırdatmış değilsiniz. Bir lisede geçtiğimiz yıl çocukların başına nerede ise tavan çökmüş, bugün ise çatlaklardan ve döküntülerden Okul Aile Birliği çocukları okula göndermeme kararı alarak basına duyurmasına rağmen hükümet adına açıklama dahi yapmamış, eğitimin başka sağlam bir binada ve/veya online yürütülmesi ve okul  binasının tamiri ve/veya güçlendirilmesi için acil eylem planı kararı halen almadınız. Benzeri bir durumun bazı ilkokul ve hastane binaları için de geçerli olduğunu görmezlikten  ve duymazlıktan gelmeye devam ediyorsunuz. Sonuç olarak ivedi çözüm ve acil eylem planı gerektiren site, okul ve hastaneler için dahi  başarılı sınav veremeyen hükümetin sel felaketindeki geçmiş hükümetten farksız olarak gerek yapı stoku gerekse bundan sonra yapılacak binalar için çağdaş, şeffaf, kurumsal, yasal ve denetim açısından siyasi rant, rüşvet veya yolsuzluğu önleyecek etkin denetim ve deprem sigortası gibi oto kontrol mekanizmalarını hayata geçirmesini beklemek hiç kimse kusura bakmasın ama hayalden ibarettir. ANCAK, HER ŞEYE RAĞMEN POZİTİF YÖNDE BİZLERİ ŞAŞIRTMALARINI DİLERİM.