Uzun zamandır, toplumsal kimliğimize ve değerlerimize incelikle işlenen bazı değersizlikler, sahtekârlıklar, yalanlar; bir şekilde bir kılıfın içine saklanarak ortaya çıkıyordu zaten. Kılıflar; iyi niyet, yardımseverlik, topluma örnek olabilme adına yapılan fedakarlıkları ve ahlaki, dini bütünlüğü giyinerek ortada dolaşıyordu. Öyle ki işin aslını anladığınızda bile, esas niyeti anlatmaya kalkıştığınızda yalnız kalabiliyordunuz.
Her birimizi, derinden etkileyen çok ulvi değerler var. İnsana, yaratılan her canlıya duyarlılıkla yaklaşan, elinden geleni başkaları ile paylaşmayı bilen, kafası tekrar tekrar tokuşsa da, insana güvenmeye devam eden pek çoğumuz; bağlı olduğumuz değerleri kaybetmektense, sunulanı kabul etmeyi görev bildik. Çoğu zaman, sunulan değerlere eşlik eden iyi niyetli görüntüleri koşulsuz kabul ettik. Değil mi ki, dolandırıcısı, kâr odaklı çalışanı; bizden ne istiyorsa alabileceği bir inanç ve güven içindeydik. Bilerek veya bilmeyerek, oyunun figüranları olduk
Ama son tahlilde, durum farklı. Bu defa, iyi insanlar, çok hazırlıksız yakalandılar. Kâr odaklı, kendinden başkasını düşünmeyen, milyonlarca insanı fakirleştirdiğini bilerek zenginleşmeyi hedefleyen kişiler; gözümüzün önüne dökülüverdiler. Ağırlığınca altınlarıyla sosyal medyada pozlar verdiler. Tekerini bile alamayacağımız nice arabayla yeni zamanda ne demekse "fenomen" oldular. Gözümüzün içine baka baka, üstelik bizimle dalga geçerek, "şampiyonlar ligi" gibi üst düzey kavramlar yarattılar. Alın terimiz ile kazandığımızla dalga geçtiler. Maddi üstünlük o derece itibar kazandı ki, orta halli bile olmayan ülkemizde, "çok zengin" olmak muteber bir değer haline geliverdi.
En acısı da, yaptıkları hukuki yanlışlıklar ortaya çıkana kadar, milyonlarca takipçileri oluşu. Daha da acısı, alın terimizi çalan bu kişilerin, bu hırsızlıkları nasıl yaptıklarının çok merak edilmesi… Demek ki, akıllı olan, yolunu buluyormuş. Yöntemi de var. Yani, bazıları şimdiden onların yerini almaya aday. Bunlar, ortaya dökülenler. Sosyal medyadan uzak duranlar; servetlerine servet katmaya devam ediyor. Yaptıklarının, soydaşlarını, ülkelerini yok edecek olması umurlarında bile değil.
Sahtekarlığın artık geçerli bir değer içeren herhangi bir kılıfa gereksinimi yok. Ortada, dans ediyor. Buna mı üzülelim, onları muteber gören ve örnek alan kişilere mi?,
Toplumsal yüreğimizde bununla da bitmeyen bir yara açılıyor. Sahtekarlık normalleşirken; iyi niyeti, hoş görüyü de yanına alıyor. Birileri bizimle alay ediyor. Bizi çalıyor, çırpıyor ve biz onu hayranlıkla seyrediyoruz. Onu ve yazdığı hikayeyi okuyamıyoruz. Bu yeni duruma karşı gözümüz kör, kalbimiz donmuş durumda.
Zenginlik ve güç arasındaki ilişki; tarihin her döneminde taze bir konudur ama insanlık tarihinde bu kadar normal karşılaştığı bir geçmiş yaşanmamıştır.
Güç için her yol mubah. Güç nedir ki?
Felsefe, çok erken dönemlerde bu konu ile ilgilenmiş. Yetke ve siyasal erk ile ilişkilendirilmiş ve sosyoloji bilginleri de bu noktadan devam ederek siyasal iktidar dahil her türlü iktidar için "güç" kavramını ele almışlar.
Psikoloji, "güç" kavramını didik didik etmektedir. Çoğunuzun duyduğu "güç zehirlenmesi" kavramı; bilim adamlarının çalışmalarının içinde küçük bir damla sadece. Ama önemli bir damla bu. Zehirli çünkü.
"Güçlü"" olmak adına yapılan insanlık dışı eylemler; "insan" dediklerimizin eliyle yapılıyor. O bir damla zehir; aktif çalışan bir su kuyusunu zehirlemektedir. Sözünü ettiğimiz "güç" acımasız, enerjik ve kafası sadece kötüye çalışıyor. Duygulara, değerlere yer vermeyen bu "güç" anlayışının yanında "sevgi" dedikleri karikatürü fark ettiniz mi?
Aykırı durum değil mi? Ama bu çağda, insani duyguların "güç" uğruna heba edilmesine, sahtekarlık denilen maşanın alenen kullanılmasına tanık oluyoruz ve galiba ne yapacağını bilenlerle bilmeyenlerin arasına sıkışıp kalmışız.