“Cicim ayları geçti diye yaslanacak bir duvar yoktur. Düşülecek bir çukur vardır” diyerek sonlandırmıştık geçen haftaki sohbetimizi. Bu noktada, ne kadar çok geçerli olmayan hatta yıkıcı kalıbımız var farkında mısınız?

      “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur”  yanılgısı ile “aşk biter sevgi belki kalır” kandırmacası arasında gider gelir ve saklı cenneti aramakla bir ömür tüketebiliriz. Her hüsranda yıkım, her ayağa kalkışta yeni bir arayış… Nereye kadar? Sanırım son nefesten önce bundan vazgeçen yoktur. Duygusal acılarla örülmüş bir hapishaneye kendini kilitlemedikçe, insanlar sürekliliği olan ilişkiler arayışında olacaktır.

      Bir şekilde kadın ve erkeğin ilişkisinde; aşkın, tutkunun kalıcılığı, sevginin güçlendirilmesi ile ilgili yapılacak bir şeyler olmalıdır.

      Çiftlerin aşk, tutku ve sevgi üçgenini besleyen kaynaklara ihtiyacı olduğunu düşünürüm. Bu paragrafın başındaki şu üç sözcüğü tek tek düşünün. Biri olmazsa öbürü eksik kalır değil mi? Peki o zaman, neden zaman ve enerjimizi bu üç güzelin sağlıklı gelişimi için harcamayalım ki?

      Önce güven. Ardından çiftlerin paylaşıma vereceği özel değer. Bunlar, ilişkinin ilerlemesi için gereklidir. Çiftlerin farklı mahrem hayatları yoktur. Bağımsız özel yaşamları da. Lütfen bunu dikkate alın.

      Elbette bu soyut kavramlar yeterli olamaz. Çift, sevgilidir, arkadaştır, dosttur ve aralarında sonsuz bir güven bağı oluşturmak çabasında olmalıdırlar. Değil mi?

      Bu da yetmez sevgili dostlar. Yaşama bakış açısından tutun da çocuk yetiştirme biçimine kadar o kadar çok konu var ki, çiftin tartışması ve ortak payda geliştirmesi gereken. Çift ilişkisine yerleşen stresin yarattığı gerilimi çözmek için uzlaşıma, ortak noktaları bulmaya zaman ayırmak gerek. Maddi birikim, çocukların eğitim ve kültürel giderleri ve yaşlanan ebeveyne bakma sorumluluğuna değinmiyorum bile.

      Tozpembe değil bu dünya. Her ilişkinin ilk anlarında pembe işe yarar. Ama gelir, püskürtür rengini ve çeker gider. Bu nedenle geride kalanlar önemlidir. İşte bu nedenle “tutku” denilen o deli duyguyu beslemek gerek. Beslerken, olmayacak düşlere kapılmak yerine, birbirinizi öğrenmeye devam etmenizi öneririm. Henry Bergson. 20nci yüzyılın Sezgicilik akımının en önemli filozofu. Bir sözünü hiç unutmam. Çağdaşı Einstein. Einstein’ı bilmeyen yok ve ben de çok severim. Felsefe dersindeki dönem ödevimden beri. Neyse, Einstein, dünyanın birkaç asırlık enerji sorunu ile ve evrenle ilgilenirken, Bergson diyor ki, “dünyayı öğrenmeye harcadığımız zamanın çok azını insanı öğrenmeye harcasaydık, bugün insanla ilgili çok geniş ve derin bir bilgi birikimine sahip olurduk.” Böyle demiş Bergson. Dikkat çekmiş evrenin en önemli varlığı olan insana. Biz insanların ihmal edildiğini, yok edildiğini, anlaşılmadığını görmüş ve bir şekilde bizim parçalarımızın toplamından daha fazla olduğumuzu fark etmiş. “İnsanı tanıyın” demiş.

      İşte sevgili dostlar. Sadakatin, güvenin eksikliğinin kökeninde birbirimizi tanımamak yatıyor. Gerçek hayatta karşılığı olmayan ve karanlıktan beslenen kaçak ilişkilerin çiftlerin kâbusu olmasının ardında yatan nedenlerden bazıları da bunlardır.

      Nihayetinde, uzun süreli bir ilişki ve saklı cennet hayaliniz varsa, işbaşına geçmeniz gerek. Kolaya kaçmak, çukura düşmek demektir. Çok akıllı bir kurbağa olsanız da çukurdan çıkmak kolay değildir.   Sevgililer… kolaya kaçmadan, kendi öykünüzü yazın bu dünyaya. Güzel ve kalıcı olan hiçbir şey kolay kazanılmaz.