Geçtiğimiz günlerde demiştik, Eylül’de görüşmelerle ilgili hareketlilik beklentileri dolayısıyla,  zemin arama, bayan Holguin yerine bayan DiCarlo gelecek falan, işte bu nedenle günler yanaştıkça bizim işbirlikçi Federalci geçinen malum çevreler Rumların değirmenine su taşımayı iki katına çıkaracak, yollara meydanlara çıkacaklar, karşı tarafların isteklerine paralel zehir zemberek gerçek dışı açıklamalarla Milli Davamıza açıkça cephe almayı sürdürecekler. Anavatan Türkiye’ye daha fazla saldıracaklar, bize 61 yıldır haksızlık ve insanlık dışı muamele ile yargısız infaz cezalarla dünyadan izoleli tutarak bir kenara iten  taraflı O meşhur Adaletsiz malum kuruluşlara Anavatan Türkiye’yi uyduruk masallarla şikayet edecekler diye. Meğer karar bile almışlar Eylül ayı boyunca eylemler gösteriler ve güya çözüm için yollarda olacaklar. İlhaka Hayır, ayrılığa Hayır. Nasıl yorumlarsanız, ama Rumlarla ayrı kalmaya Hayır olduğu kesin. E Vallahi be Rum, bir daha düşersek kendi elimizle kucağına bildiğin gibi yap, hakkındır, müstahakkımızdır.

         Özellikle Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası başkanı bayanın açıklaması tam da yukarıdaki izaha denk düşer vaziyette. Şöyle diyor başkan, ‘ Kıbrıslı Türklerin yok oluşa sürüklendiği, dayatmalar, baskı ve tehditlerle hakları, iradesi ve özgürlüklerinin elinden alındığını iddia ederek, Uluslararası mecranın adanın kuzeyindeki düzene seyirci kalmamasını istedi’. Devamla, ‘Çözüm ve barış için, çocuklarımızın insanca yaşayabileceği, ülkemiz için varoluş mücadelesi vermeye devam edeceğiz’ dedi.

         Çözüm, barış, çocuklarımız için, insanca yaşamak için, ülkemiz için varoluşumuz için, mücadelemizi biz Anavatanımız Türkiye ile birlikte yıllardır devam ettiriyoruz zaten. Türkiye’miz olmasaydı ne hayatta kalırdık ne mücadeleyi sürdürebilirdik, aha şimdi tanık olduğunuz Gazze soy kırımının aynisi çoktan başımıza gelirdi, Kıbrıs’ta bir tek Türk bile kalmazdı.

          Ne var ki sayın bayan siz mücadeleyi yanlış kulvarda sürdürüyorsunuz. Siz mücadeleyi, bize düşmanlık besleyenlerin kulvarında, bizi adadan atmak, bir gecede yok etmek için planlar yapıp harekete geçenlerin kulvarında, 103 köyden göç ettirenlerin kulvarında, adanın yüzde üçüne sıkıştırıp ablukada saldırılarla yüzlerce masum vatandaşımızı katledenlerin kulvarında, Cumhuriyetin eşit kurucu ortağı olduğumuz halde bize saldırarak silah zoruyla Cumhuriyeti işgal edip devletten kovanların kulvarında, ellerinde olsa nefes almamızı bile engelleyeceklerin kulvarında, ENOSİS için Kıbrıs’ın bir Helen adası olması için mücadele edenlerin kulvarında, ENOSİS’i gerçekleştirmek için Türkiye Garantisinin son bulmasını diretenlerin kulvarında, adanın tek egemeni olmak isteyen Helenlerin kulvarında, bizi azınlık olarak görenlerin kulvarında sürdürüyorsunuz ne yazık ki.  Çözüm barış yuvarlak laflardır, nasıl bir çözüm? 1960’taki çözümü da gördük. Yoksa, çözüm ve barışı istemeyen kimse yoktur, eğer varsa insan değildir.

         İleri sürdüğünüz asılsız uyduruk gerekçelere seyirci kalmaması ve  ülkemize müdahale etmesi için çağrı yaptığınız Uluslararası mecralar hangileri acaba. BMGK gadimici beşlisi mi,  AB mi, Uluslararası Hukuk mu yahut hepsi mi? Eee bunlar zaten yıllardır devrede ve hangi tarafın destekçileri olduklarını da yazmaya gerek var mı? Siz çağırmadan bunlar zaten   haksızlıkları alem aşikar hiç utanmadan çoktandır bize yapmaktadırlar. Saldırgan darbeci işgalci Güney Kıbrıs Helen Cumhuriyetini yıllardır koruyan kollayan bunlar, çözümden kaçmasına saygı duyan bunlar, Kıbrıs sorununu yaratanlara, çözümden kaçanlara mükafat verenler bunlar, Cumhuriyet ortaklığımızı hep birlikte darbecilere hediye edenler bunlar, çözüm planlarına her zaman evet diyen Türklere, saldırılara uğrayan masum Türk Halkına yargısız infazla, baskılar dayatmalar şantajlar ambargolar izolasyonlar içeren oldubitti siyasi kararlarla cezalandıranlar bunlar, verdikleri vaatlerinde ve sözlerinde durmayanlar da  bunlar, Kıbrıs’ı Rum-Yunan’a teslim etmek için çabalayan da bunlar.

         Türkiye bizi katliamdan kurtarmaktan, koruyup kollamaktan, yaşama tutunmaktan, her bakımdan yardım etmekten başka ne yaptı, kötülük mü yaptı da dış güçlere şikayet ediyorsunuz? Bizi yok oluşa sürüklediğini nereden çıkardınız, tam tersi adada var olmamız  için dünyayı karşısına aldı, her türlü ihtiyacımızı anında karşıladı, tam bir ANA olarak ne gerekirse yaptı ve yapmaktadır.

        Karalamaya gelince, kast edilen Anavatan Türkiye olduğu şüphesizdir. Kıbrıslı Türkler Varoluş mücadelesini çoktan verdi ve ayni çizgide vermektedir zaten, hiç sapmadan. Türkiye bizi yok oluşa neden sürüklesin, dayatma baskı tehditle haklarımızı, irademizi  özgürlüğümüzü elimizden niye alsın? Omuz omuza mücadelemiz, var oluşumuz ve özgürlüğümüz için değil midir yıllardır? Anavatanın yardımları, destekleri, uyarısı, yol göstermesi ne baskıdır ne tehdit. Ve buna baskı, tehdit  müdahaledir deyip yabancı güçleri ülkemize müdahaleye çağırırsınız? Kıbrıslı Türklerin bu değerlere, işgal edilen ve ettirilen haklarına kavuşması için, adada var olması için Türkiye savaşa girdi, evlatlarını feda etti ve  katliamdan son anda kurtardı. Türkiye bizi nasıl yok etmeye çalışır? Bu yalanlara fesatlara kargalar güler.

         Ben hep derim, Öğretmenlik bir ülkenin kalkınmasında gelişmesinde önde gelen  kuruluşların başındadır ve benim nazarımda en baştadır. Tam tersi de mümkündür İsterse. O kadar önemli bir konumdadır. Zira ülkeyi gelecekte temsil edecek yönetecek çocuklarımızı bu öğretmen ocağına emanet ederiz. Ama ne var ki, bir  zamandan beri öğretmen camiamızın maalesef ve maalesef sendikal yöneticilerini her ne halse yürümesi gereken yoldan saptıklarına tanık olmaktayız. Konu sendikanın başkanının son açıklamasını tüm değerli öğretmenlerimize mal etmek doğru değildir. Açıklamada gerçek dışı suçlamalar ve hiç de yakışık almayan saptamaların olması üzücüdür.

         Geçmiş yıllardaki Var olmak için Mücadele yıllarında ne böyle düşünceler ne böyle fesat içeren bu yollu girişimler vardı ne hiç. Öğretmen, sevilip sayılan hürmet edilen, gittiği yerde ayağına kalkılan, oturduğunda etrafında toplanılan, konuşurken sessizce can kulağıyla dinlenen, itibarlı, birlik beraberliğin mimarı, Milli duyguların, Hürriyetin timsali müstesna bir kişilikti. Şimdi bunu ne yazık ki söyleyebilmek o kadar da kolay değil ne yazık ki, üzgünüm ama bu bir gerçek. (Tüm öğretmenlerimizi kast etmiyorum) Ve bunu yazmak da kolay değil.

        Geçmişe damga vuran ve hala kendilerinden övgüyle söz edilen ve tümü de çok değerli unutulmayan Öğretmenlerimizden bazıları şunlar. Latife Birgen, Kemal Pehlivan, Selçuk Veli, Hasan Tuncer, Firdevs Hocanım, Şermin Kotak, Ali Dinçer Kotak, Ali Atakan, Erol Erozan, Teoman Ersoz, Dinçer Raif, Eşref Çetinel, Hasan Göksu, Cazibe Dökmecioğlu, Hursiye hocanım, Arif Salih bey müdür,  Fatma Nuri, Niyazi Bey, Neriman Hocanım, Hüseyin Başar, Münüre hocanım, Salih Coşar,  Hasan Şefik, Adil Alkan ve eşi, Önder Natık, Yılmaz bey İş Ar hocanım, Mehmet bey, Günay Halil, Hüseyin Ruso, Günay Caymaz, Nazım hoca, Oğuz Yorgancıoğlu, Ahmet Yorgancıoğlu, Oğuz Müdürbey, Ahmet Cengiz, Özalp Hoca, Aziz Tokgöz, Ali Korun, Salih hoca, Yaşar hoca vd. Aramızdan ayrılanlara Tanrıdan rahmet, hayatta olanlara sağlıklar dilerim. Bu ve diğer değerlerimizin tümünün de toplum içinde ayrı ayrı yerleri vardır, büyük hizmetleri vardır, her zaman hatırlanır konuşulur anılır.

Parantez açalım. Yahu, anlayış, sabır, saygı satılmaz mı dünyada? O kadar çok ihtiyacımız vardır ki nereye baksan eksiklikleri anında fark edilir, özellikle trafikte.     Yaradılıştan dolayı  mı yoksa sonradan mı hasıl olur. Bu güzellikler doğuştan vardır da sonradan yozlaştıkça mı  kayıp olur, yoksa doğuştan yoktur da sonradan sahip olunur?  Hani derler ya üzüm üzüme bakarak gibisi mi? Hangisi?  Zira, trafikteki kötü berbat feci gidişat günden güne artmakta. Neyse ki hala bu güzelliklere sahip olanlar vardır da, hem kendilerini hem sahip olmayanları da korumuş olurlar da, yollar savaş alanına değil, çatışma alanıyla sınırlı kalır.

         AB Dış ilişkiler genişlemeden sorumlu Komiseri Bay Borrel, TC Dışişleri Bakanı Sn Hakan Fidan’ın da katıldığı gayrı resmi Dışişleri Bakanları toplantısında Kıbrıs meselesinin çözümünde zorluklar olduğunu söyledi. Sayın Borrel, çözümsüzlüğün sürmesine sebep olan bütün zorlukları çıkaran BMGK, sonra AB ve Rumlardır. Kıbrıs Cumhuriyetini iki defa darbe yapan Rumları Cumhuriyetin tek egemeni yapan BMGK, üstelik masum Türk ortağın haklarını da bir çırpıda darbeciye güya 3 aylığına geçici olarak teslim eden BMGK. Daha sonra bu haksız 186 kararına uyarak darbecileri tek başına Kıbrıs Cumhuriyeti olarak üyeliğe alan AB. Bütün çözüm planlarını reddedenleri mükafatlandıran sizler, masum Türk ortağa da haksız cezaları basan sizler. Verilen sözleri yapılan vaatleri yerine getirmeyen, yalan söyleyen sizler, 3 aylık kararı uzatmalarla 726 aya çıkaran sizler. Darbecileri koruyan kollayan sizler.

          Siz sorunlu bir ülkeyi üye aldınız çamura bulaştınız, üstelik suçlu tarafın yanında durup çamuru çirkef ettiniz. AB olarak sorunu bilerek kucağınıza aldınız, içinden çıkılmaz hale soktunuz. Kıbrıs Cumhuriyeti Antlaşmalarını hem Anayasasını çiğnediniz hem çiğnettiniz BM gibi. 1959-60’ta Türk-Rum tarafları olarak 3 de Garantör ile Uluslararası Antlaşmalar yaptık, siz bunu bozdunuz en az Rumlar kadar sorumlusunuz. AB’nin üye aldığı Helen Cumhuriyetidir, Kıbrıs Cumhuriyeti değildir. İçinde Türklerin olmadığı bir Cumhuriyet, Kıbrıs Cumhuriyeti olamaz. Hem Cumhuriyet Antlaşmalarını bozdunuz hem de Kıbrıs Cumhuriyeti yaşıyor diyorsunuz, zorluklar vardır diyorsunuz. Zorluklar sizsiniz.  Kısaca yazdım, bunlar gerçeklerdir.

         İşte burada Sayın Cumhurbaşkanımız Tatar’a diyeceğim şudur. BM hem AB’ye ilk temasta Kıbrıs sorununda Türk tarafının suçu nedir, Rumlar neden haklı tutulur sorunuz. Ve cevabı mutlak alınız, cevap vermezlerse hemen oradan ayrılınız. Cevap veremezler çünkü suçumuz yok neyi desinler. İki Devletli eşit Egemenlikten daha önemlisi bence bu soruların cevaplarıdır. Zira devamında gelecek olan eşit egemenliktir. Ayrıca azılı suçluların elini kolunu sallayarak dünyayı turlamaları, her platformda boy göstermeleri kadar iğrenç bir şey olamaz. Bu davranış, ileride ayni haksızlıkların yapılmasına engel olabilecek yegane harekettir. Yalanların, yalancıların, suçluların, taraf tutmaların değil, gerçeklerin ve ADALET’in hakim olacağı yeni bir dünya düzeni için atılacak ilk adımdır. Yargısız infaz kararlarının son bulmasıdır. BM-AB’nin anlındaki kara lekelerin ortaya çıkmasını sağlayınız.  61 yıldır masum Kıbrıs Türk Halkının haksızca suçlu sandalyesinde tutulmasına engel olunuz Sn Cumhurbaşkanım. Gerçi suçumuz nedir hala bilmeyiz, o ayrı. Bu Yargısız infazdır, ADALETSİZLİKTİR.

         Rumların Kıbrıs Türk Halkına yaptıkları, İsrail’in Gazze’de yaptıklarından daha gaddarca daha vahşicedir. Türkiye Garantör olmasaydı adada tek  bir Türk bile bırakmayacaklardı.  İsrail, orantısız uçaklarla füzelerle tanklar toplarla uzaktan bombaladı, katletti katleder. Bu çapulcular, çocukları 16 günlük bebeleri bile yüz yüze kurşunladı, köylerin kadın çocuk ve yaşlılarını toplayıp kurşuna dizdiler, elleri tellerle bağlı kimisi yaralı hepsini çukurlara attılar, Taşkent köyünün 84 erkeğini kurşuna dizip çukurlara gömdüler, doksanlık adamı fırına koyup yaktılar, 7 kişilik aileyi arabasıyla beraber kömür ocağında yaktılar, yüzlerce masum Türkü kör kuyulara attılar üzerlerine de kireç döktüler, banyoda üç çocuğu anneleriyle birlikte katlettiler Kanlı Noel’de. Türklerde ailesinde Şehit olmayan yoktur. İnönü’de, Ayvasıl’da, Arpalık’ta, Tuzla’da, Topçuköy’de ve diğer köylerde, kasabalarda sayısız katliam yaptılar, savaş dışında.

          Ve siz BM ve AB, bu canileri 61 yıldır haklı tutar korur kollar el üstünde tutarsınız da hala estek köstek ahkam kesersiniz bre utanmaz arlanmaz bok herifler? Savaşa da sebep olan Rum-Yunan değil midir? Tabii desteğinizin de bunda payı çoktur. Da beklersiniz size boyun eğelim, soykırımcıların emrine girelim hep kendi elimizle ipi boynumuza geçirelim?             

          Bu yazıyı 30 Ağustos’ta Büyük Zaferin Bayramı gününde yazdım. Bizim UBP’de de zaferler kaç gün önceden ülkemizde müjdelenir törenlerde hem toplantılarda başkanlık seçimi ile ilgili olarak. 30 Ağustos Zafer Bayramımızın dünyada benzeri yok, Ulu Önder Atatürk’ümüzün önderliğinde Milletimizin kazandığı bu zafer, tüm mazlum Milletlere de örnek olacak niteliktedir. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindir, birlik beraberliğin, Ya İstiklal Ya Ölüm, Hürriyetin ve Yüce Türk Ulusunun Milli ve Manevi değerlerle Atatürk’ün yanında ve yolunda yürüyenlerin zaferidir. Anadolu Kadınının Zaferidir, yediden yetmişe Türk Ulusunun Zaferidir, Büyük Atamızın izinde olanların Zaferidir, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.

         Bizim de ülkemizde, UBP’de günler öncesinden Zafer ilanları yapılır törenlerde, parti toplantılarında Başkanlık seçimi ile ilgili olarak. Sayın Başbakan da ekonomide, gelişmede  istikrarı yakaladıklarını ve ayni yolda yürüyeceklerini, halka hizmete devam edeceklerini duyurdu. Diğer yandan ise halk, istikrarlı şekilde fiyat artışlarından zamlardan belinin büküldüğünü, giderek daha fazla zorluklarla karşılaştığını ve sıfırı tükettiğini umudun ise kalmadığını haykırmakta. Bu şartlarda hangi istikrarın gerçekçi olduğu ortada da, seçim sonrası halkın belini büken istikrarda olumlu yönde bir şeylerin değişeceğine inanan kimse var mı acaba?