"Ben sana mecburum" demiş Atilla İlhan. Bu mecburiyet; aşkın içine gizlenmiş neler saklıyor acaba?
Tutsakların, gardiyanlarına; kurbanların zulmedene duyduğu bağlılığın ardında yatan ne? Yok edici gücüne rağmen; "efendisini" kutsallaştıranlara ne demeli?
Ya minnet duygusu? O daha da karışık. Sahiplendiğiniz bir köpek, bilirsiniz ki sizin için canını verir. Size güvenir, sizi başkalarından ayırarak size kendini teslim eder. Yediğinizden yer, içtiğinizden içer. Boşuna dost demeyiz onlara. O kadar karşılıksız ve beklentisizdir ki bağları, şaşırtırlar bizi.
Bunu insanda arayabiliriz ama bulabilme olasılığımız yoktur. İnsan söz konusu olduğunda, minnet duygusu ağır bir yük haline gelir. Minnet duygusu, sevgiyi yok eder hatta dostluğu kısır bir döngüye sokar. Belki hatırlarsınız, çok eski bir film vardır. Ben çok gençken izlediğimde bile eski bir filimdi: Çıplak Ayaklı Kontes. Minnet duygusunun aşkı, sevgiyi ezip geçtiğini ne güzel anlatır.
Her şey bir yana, bir şekilde, saf sevgiyi, bulanık olmayan aşkı ayırt edebilmeyi başarabilir miyiz? Belki, savaşların, açlık sınırına varan yoksullukların, hırsızların çoğaldığı bu dünyada, bu konu size çok eften püften gelebilir. Oysaki, dünyanın bu son halinde bu konu çok daha önem taşımaktadır. Çünkü, insanı insan yapan duygusal bağlar; yaşamın akışını etkileme gücü taşımaktadır. Sevgiliye, evlada, vatana, otoriteye duyulan sevgi, bağlılık; davranışlara yön verir ve kişinin kendi varoluşsal değerlerini değiştirecek güç taşır.
Elbette saf sevginin, aşkın oluşturduğu ve adına "fedakârlık" demek bile istemediğimiz bir sonsuz vericiliğe sahibiz. Gerekirse vatan için, evlât için canımızı veririz. Sevgiliyi yaşatmak için de öyle.
Bunların dışında bir konumuz var bugün. Duyumsadığımız bağ, bağlılık veya bağımlılık; aşkın, sevginin yerine geçen başka bir "şey" mi?
Aşkı bunlardan nasıl ayırt edebiliriz?
Bağımlı bütün ilişkilerin oluşumunda ortak bir etken var: İhtiyaçlar. İhtiyaçlar giderildiği müddetçe, sevgilinin çekiciliği devam eder. Bağlılık da öyle. Yetersizlik başladığında veya başka biri ihtiyaçlarını daha iyi karşıladığında, sevilene karşı duyulan aşk, arzu sona erer. Bu tarz ilişkilerde, eşitliğe, alavere dengesine dayalı bir etkileşim bulamazsınız. Bir taraf daha fazla idare etmektedir. Daha alttan almaktadır. Daha hoşgörülüdür. Hataları görmezden gelmektedir veya görmemektedir. Sırf yeni bir tartışma başlatmamak için suskun kalınır. İçerideki öfkeyi uyandırmamak için sessiz adımlardan bile uzak durulur.
Zalime duyulan bağlılığa gelince, burada bağımlı kişinin; otoritenin, kuvvetli olanın yanında olma ihtiyacını görürsünüz. Böylelikle, zulümden uzak kalmaya yönelik bir düş dünyasının içine girilir. Değil mi ki, onun yanında ve destekçisisiniz. Emniyettesiniz. Güç; zorbalıktan kaynaklanır ama size ulaşabileceğini düşünmezsiniz. Onun için her şeyi yapmaya hazırsınız, çünkü.
Bunlar sert ifadeler, farkındayım. Ancak, yumuşak dokunuşlar daha az can yakıcı değildir. Aşık olduğunuzu ve sevildiğinizi düşünürsünüz. Oysaki, verebileceklerinizi arzulayan bir bencille karşı karşıyasınız. En çok kendini sever. Aşık gibi davranmayı iyi bilir. Kötü empat denilen moda bir kavrama uygun yeteneği vardır ve ihtiyaç duyduklarınızı size verirmiş gibi davranmaktan başka bir şey yapmaz. Aklınızın bir köşesinde dursun ve arada hatırlamaya çalışın: Denize düşen sadece yılana sarılmaz. Masum, sevecen ve iyi insanlara da sarılır ve kanını emer. Aşkın yalan halleri her kılığa girebilecek güçtedir. Tıpkı efsanedeki keçi Pan gibi. O size yaklaştığında kaçamazsınız, kaçmak da istemezsiniz.
Gerçek aşk nedir? Edebiyat tarihi, bunu anlatmaya çalışır. Felsefe, psikoloji…hatta en başta konuştuğumuz gibi, bilim de işin içinde artık. Belki ne olduğunu anlatmaktansa ne olmadığını fark etmek şimdilik bizi idare etmeli. Neden mi? Çünkü biz artık büyüdük ve ergenler gibi aşka aşık olmaktan daha fazlasını istemekteyiz. Aşkın daha güçlüye duyulan bir bağlılık olmadığını idrak etmeliyiz. Aşkın içeriğinde, sizi kurtarma planı veya iyileştirme sigortası yok. Eşit ve eşdeğer olmadığınız birisi ile yaşadığınız her ne ise, aşk değil. Belki hayranlık, tutku…kim bilir, belki de özdeşleşme, aynı olma arzusu? Her şey bir yana, gerçek bir aşk, üretken bir sevgi arıyorsanız, önce kendinize doğru bir yolculuğa çıkınız. Kendinizi tanıyarak, dünyaya pencereler açınız. Önce kendinizi severek, kabul ederek, tanıyarak onurlandırınız.
Gerisi zor olsa da muhteşem bir deneyim olacaktır. Aşkı, sevgiyi doğru yaşamak ve yaşamın eşlikçileri yapmak; kolay işler değildir.