Kıbrıs Türk halkı için gerçekten de çok endişeliyim.
Sorunlar, sıkıntılar arttıkça, ülkede hayat daha da çekilmez oldukça, ülke insanı ortaya tepki koyacağına daha bir uysallaşıyor.
Bu kayıtsızlık, bu kanıksama, beni korkutmaya başladı.
Bu halk büyülenmiş, gözüne ve beynine perde inmiş gibi.
Bu kadar olumsuzluğu bu kadar normal karşılama herhalde bir araştırma konusu olabilir, gerçekten akıl alır gibi değil.
Bir kadın cinayeti oldu bu ülkede birkaç gün önce.
Korkunç bir cinayet ve daha da korkuncu katlettiği kadını otomobile koyan katil, uçuruma sürerek kendi kendini de öldürüyor.
Neredeyse bu olay konuşulmadı bile, tepkiler de çok az…
Her şeye kayıtsız kaldığımız gibi cinayete de kadın cinayetine de ilgisiziz.
Polis Genel Müdürü’nün oğlunun KIB-TEK’e partizanca istihdam edilmesinin normal sayıldığı bir ülkede kadın cinayetleri birinin umurunda mı olur?
Partizanca istihdamlarla mücadele etmesi geren sendikanın; EL-SEN’in başkanının oğlu da partizanca KIB-TEK’e alınıyor bu mükemmel düzende. Sosyal medyada biraz tepkiden sonra bu da normalleşiyor.
Sigortalılara ilaç yazma sisteminde milyonlarca haksız kazanç elde ediliyor, bunu yapanlar bir an önce açıklanacağına, tam tersine bir gizem içinde mesele neredeyse özünden uzaklaşıp parti içi hesaplaşmaya dönüşmüş durumda.
Örnekleri artırabilirim; her olumsuzluğun normal karşılandığı bir ucube düzende biz de “kadın cinayetine neden tepki koymuyorsunuz?” diye soruyoruz.
Elbette diğer örneklerle cinayet benzer şeyler değil ama halkın ilgisizliğini anlatmak için örnekler veriyorum ve beklersiniz ki cinayet gibi korkunç bir olay, gündem olsun, konuşulsun, bu konudaki eksikliklerimiz vurgulansın, çare bulunması için çaba sarf edilsin ama yok, öyle bir şey yok…
Sosyal medyadaki bazı paylaşımlarda cinayeti işleyeni değil de kadını suçlayanlar bile vardı; “O da katille arkadaşlık kurmasaydı”, “Psikopatla niye arkadaşlık kurdu? Bakalım kendisi de ne yaptı?” diyecek kadar kendini kaybetmiş bu toplumdaki bazı kişiler. Üzüntü verici olan da bu yorumları yapanın kadın olması…
Bu sığ ve saçma şeyleri okudukça sinirim bozuluyor.
Markette cinayeti konuşan iki kişiye denk geliyorum, ısrarla beni de konuya dahil etmek istiyorlar.
Birisi; “Cinayeti işleyen de cinayete kurban giden de bu ülkenin vatandaşı değil, katil resmen ülkemizi cinayet mahalli olarak kullandı” diyor.
Diğeri; “Ne demek istiyorsun, yani Pakistanlı Pakistanlıyı, Afrikalı Afrikalıyı, Türkiyeli Türkiyeliyi öldürüyor, biz korkmayalım mı? Tamam da ben korkuyorum, bizim ülkemizde yapmasınlar bunları. Gitsinler kendi ülkelerine, orada ne yaparlarsa yapsınlar” diye karşılık veriyor.
Evet doğrudur, ülkemizde cinayet işlemesinler… Tamam işlemesinler de işledikleri anda işte sorumluluk bu ülkeyi yönetenlerdedir.
Ülkeyi sorma gir hanına çevirirsen, giren çıkanı kontrol edemezsen, nasıl insanların buralarda bulunduğundan bir habersen, denetim yapamıyorsan, devlet otoritesi hissedilmiyorsa tabii ki buralarda cinayet dahil her şey olur.
Başka ülkelerden gelen insanların, senin ülkeni cinayet mahalli olarak kullanmasında yönetenlerin sorumluluğu yüksektir.
Bu ülke halkı, illaki bir Kıbrıslı Türk öldürülünce mi tepki koyacak?
Başka canlar gidince cinayet işlenmemiş mi oluyor?
Bir kadın cinayeti işlendiğinde, o kişi vatandaş değilse de cinayet önemsenmelidir.
Kadın cinayetlerini böyle normal karşılamanın, normalleştirmenin ne kadar tehlikeli olduğunu göremiyor musunuz?
Siz de haklısınız tabii ki; Türk dizi filmlerinde bu gibi cinayetleri ve benzeri korkunç olayları o kadar çok görüyorsunuz ki kanıksadınız. Tabanca, bıçak, şiddet, cinayet, intihar olmazsa olmazları… Kadını öldürmek de otomobilleri uçuruma sürmek de Türk dizi filmlerinin klişelerinden…
Bazı Türkiye TV kanallarının akşam bültenleri de bu kan revan haberlerle dolu…
Tüm bunları izleye izleye, kurguyla gerçek birbirine karışıyor ve yanı başındaki cinayeti normal karşılıyor insanlar…
Cinsiyet eşitliğine değil de erkek egemenliğine vurgu ve övgü yapan tutucu anlayış terk edileceğine, tam tersine yükseltilmeye çalışılıyor ve ne yazık ki ders kitaplarına bile sokuluyor, ‘başka toplumları tanıtıyoruz’ ayağıyla…
Bu ülkeyi yönetenler cinsiyet eşitliğine inanmıyor, inansa bu yönde politikalar üretecek, hepsi lafta kalıyor. “Cinsiyet eşitliğine inanıyoruz ve bunu destekliyoruz” demekle olmuyor bu işler.
Şiddete maruz kalan kadınlara ve yoksul kadınlara aile davaları kapsamında sunulan adli yardımlar için gerekli bütçe bile ayrılmıyor.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi (TOCED) tam 9 yıldır teşkilatlandırılamadı, çünkü istek yok.
Ülkede Lefkoşa Belediyesi’ninkinden başka kadın sığınma evi yok, yapılması için de gerek görmüyor yönetenler.
Ne cinsiyet eşitliğiyle ilgili politikalar üretiyorlar, ne erkek şiddetiyle ilgili bir dertleri var, ne kadın cinayetleri umurlarında. Kabinesinde bir kadın bakanın bile bulunmadığı hükümetten beklediklerimiz, ölü gözünden yaş beklemekten başka bir şey değil aslında…