“Hangi çağda yaşıyoruz?” diye bir soru sorulsa, buna “Yalan ve yapmacıklık çağı” derdim…

   Şöyle bir etrafınıza bakın lütfen, hemen her şey yalan üzerine kurulmuş gibi.

   Yalan her tarafımızı kuşatmış, boğulacak kadar yalana battık…

   Peki bu yalanlara inanan var mı?

   İnanan da var ama çoğu inanmayıp, inanır gibi yapıyor.

   Çünkü işine öyle geliyor.

   Yalan söyleyene “yalancısın” demiyor, rol yapıp inanır gibi yapıyor.

   İşin ucunda menfaat var çünkü…

   Menfaat uğruna yalanlara gözümüzü yummayı tercih ediyoruz.  

   Hiç olmamış ve de olmayacak şeylere inanır gibi yapıyoruz.

   Aptal değiliz ama aptal gibi davranıyoruz.

   Aptal gibi davranmak bizi hedefimize ulaştıracak.

   Beyinsiz gibi, geri zekalı gibi davranmak da mübahtır varılacak yol için.

   Yapmacıklık karaktere dönüşmüş, etraf içten olmayan insanlarla dolmuş…

   Suni sevgiler, suni övgüler, suni arkadaşlıklar…

   Bir kaşık suda boğabileceğimiz kişi veya kişilerin yanında durabiliyoruz, kendi kendimizi inkâr ederek.

   Çünkü şartlar öyle gerektiriyor.

   Şartlar öyle gerektiriyor diye biz, biz olmaktan çıkıyoruz.

   Her davranışın bir karşılığının olduğu söyleniyor ve öğretiliyor bize.

   Sen, sen olup ya da sen kalıp da dirayetli durursan, ilkeli davranırsan, karakterinden taviz vermezsen “kaybeden” olabileceğin öğretiliyor sana.

   “Dürüst olan, doğruyu söyleyen kaybeder” diyorlar, bunu kafana kazımaya çalışıyorlar.

   “Dünyayı kurtarmak sana mı kaldı? Sen mi kurtaracaksın dünyayı?” diyorlar.

   “Bazı şeyleri görmezsen ölür müsün?” diye soruyorlar.

   “Gözünü kapat, hayatın rahat olsun” diye telkinde bulunuyorlar.

    Herkes gözünü kapatmaya başlıyor ve ortaya bir körler ordusu çıkıyor.

    Bakar körlerle dolunca etraf, herkes bir yalan deryasının içinde yüzmeye başlıyor.

    Neden körleşiyor insanlar?

    Ülke ya da toplum menfaati için mi?

    Hayır, bakar körlük, kişisel çıkarlar peşinde koşanların hastalığıdır.

    İyi hoş da bu kadar çok insan menfaat peşinde mi koşuyor?

    Evet, binlerce insan menfaat peşinde koşuyor, çünkü öyle bir sistem yaratıldı.

    Bir şekilde çok sayıda insan statükonun bir köşeciğine bağlanıyor.

    Statükonun bir parçacığından tutuyor olmak, kişinin gerçeklere gözünü yummasını ya da yalanları görmemesini sağlıyor.

     Yalanlar yalanlara bağlanıyor, yalan dağları oluşuyor ama ne ilginçtir ki binlerce insan bu yalanları alkışlıyor.

     Ruhunu satan insanlar, tanrıya tapar gibi başka kullara tapıyor, menfaati olduğu için.

     Aslında menfaatin artık onda olmadığını gördükleri anda terk edecekleri kişilere methiyeler düzüyor ulu kişi muamelesi yapıyorlar.

     Aklını kiraya vermiş, ruhunu satmış bir dolu insan var etrafta.

     Menfaat peşinde koşarken her tarafı toz pembe görenler, yılan kendilerini ısırdığında ve çaresiz hissettiğinde bağırmaya başlıyor.

     Kişisel menfaat peşinde koşup da gerçekleri görmezden gelenlerin, kendilerine kişisel zarar geldiğinde aklı başına geliyor, bağırmaya başlıyorlar ama sesini duyan olmuyor.

      Çünkü bir zamanlar yalanlar duyulmasın diye çıkardığı o gürültünün içinde kendisi de boğuluyor, sesi duyulmaz oluyor.

      Onu sokmayan yılan bin yaşasın diyordu ya, dolaylı olarak beslediği yılan onu ısırmak bir yana yutuyor artık…

      Bireysel çıkarlar peşinde koşan ve gerçeklere gözlerini yuman fertlerden oluşmuş toplumlar kesinlikle refaha eremezler, her zaman sömürülmeye ve zor günler yaşamaya mahkumdurlar.

    Yalan yalandır, yalandan hiçbir güzellik yaratamazsınız, yalanla göz boyama, göz yanılgısı yaratılır, kulak okşanır ama sonu mutlaka felakettir…

    Yalana gerçekten inananların ya da inanır gibi yapanların günahı büyüktür ama maalesef günahı yalnızca kendi boyunlarına da değil, koca bir topluma zarar verir…