TDK sözlüğünde sezgi; “akıl yürütmeden, çıkarım yapılmadan ulaşılan bilgi” olarak açıklanmaktadır.
    Günlük hayatta sezgi, bazen hızlıca verilen bir kararın arkasındaki gizli kuvvettir. Görünüşte bir dayanağı yoktur ama hayat kurtarabilir, sorunu çözebilir, zor durumlardan çıkarabilir. Bazen de işe yaramaz hatta kişiyi veya sevdiklerini daha zor duruma sokabilir.
     Sezgi ve izlenim farklıdır. Kişisel tutumlarımıza bağlı olarak birilerini değerlendirmek veya kategorize etmek sezgisel bir işlem değildir. Ancak bütün koşulların işaret ettiği “doğru” görünen çözüm içimize sinmediğinde, yeterli gelmediğinde anlarız ki sezgi iş başındadır. Bu noktada “sezgi”  önyargıdan, korkudan, şüpheden uzak olarak ayrı çalışmaktadır.
    Konumuz budur. Biz sıradan insanların sezgileri ile doğru ve geçerli sonuçlar elde edebilmelerinin koşulları nelerdir? Sezgi, eğitilmesi gereken bir güç veya yetenek midir? Eğitilmediğinde ne olur? Anlık çözümler veya felakete sürükleyen kararlar?  
     Sezgilerimize güvenmek için belki de anlamsız görünen kararın arkasında yatan birikime bakmak gerek. Sezgisel bakış ve karar salt bir “içime doğdu” deneyimi değildir. Ve elbette anlık sezgisel dürtülere hemen güvenerek eyleme geçmek felaketle sonuçlanabilir.
     Bilim için sezgi konusuna gelince… Bilim salt sezgiden kaynaklanan bir hedeften şüphe duyar ancak sezgisel yeteneğin, bilim dünyasına yaptığı katkıları reddetmez. Bilim adamları bu yeteneğin eğitilmesi, işlenmesi gerektiği yönünde hemfikir görünmektedirler.
    Sezgi yeteneği yaş aldıkça değeri artan bir madene benzetilmiş. Demek ki bilişsel ve zihinsel süreçlerimiz de sezgisel düşünme konusunda aktif rol almaktadır. Düşünce sistemimizin bir yerlerinde bir şeyler olmakta ve kriz anlarında doğru yolu, çözümü anlık olarak fark edebilmemizi sağlamaktadır.
     Yine de sezgisel anlık kararlardan dolayı felaketlerden kurtulan veya kurtaran kişilerden daha fazla; elinde olmayan nedenlerden dolayı yaşamı alt üst olan veya zamansız veda eden insanlar var. Savaşlar, açlıklar, yoksullar… En yakınımızda, yaralarımızı kanatmaya devam eden deprem. Bir düş olsa da insanın sezgisel yeteneğinin biricik üstünlüğüne inanası geliyor. O kadar çok öykü dinliyoruz ki… Her biri şaşırtıcı bir şekilde işe yarayan, son anda, kıl payı kötü sonuçtan kurtaran olağanüstü öyküler.  
     Saniyeler içinde verilen kararın kurtarıcılığının dayandığı koşulları merak edeceğiz. Belli ki bilim de araştırmaya devam edecek. Zamanla birikimi yüksek, duygusal, zihinsel süreçleri etkin çalışan kişilerin, sezgisel yetenekleri ile sorun çözmelerine belki de hayret etmeyeceğiz sadece hayran kalacağız. İşlevsel zihinsel ve duygusal süreçlerimizin bazen mantığa şekil verdiğine bazen ise oyun dışı bıraktığına şahit olacağız.
    Mantık bu süreçte elbette önemlidir çünkü gerçeklerden beslenir. Kabul edilebilirlik derecesi yüksek, geçerliliği ise çoğu zaman düşüktür. Yani sadece mantık çok da işe yaramıyor. Tıpkı “içime doğdu” gerekçesi gibi sınıfta kalabiliyor.
     İnsanın insan olma sürecinde zihinsel süreçlerinin, yaşam tecrübesinin önemi büyük. Sezgi dediğimiz “şey” tam da bu nedenden dolayı sadece sezgi değil.
     Bütün yollar doğruyu gösterdiğinde bile karar vermede bir tereddüt yaşıyorsanız, içinizde bir ses yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu söylüyorsa, o sese kulak verin. Bergson’un dediği gibi mutlak bir doğruya giden yolu görmezden gelmeyin.
     Absürt, hayalî filmlerde, kitaplarda konu işlenirken; bilim insana ait olan araçsız, katkısız sezgi kavramını derinlemesine incelemeye devam ediyor.