Yanıtı içinde bir soru başlığı ile sizlerleyim. “Veya” ekine aldırmadan ve sadece mutluluğun sürekliliği hakkında düşünmeye başlamaya ne dersiniz?
Yok, önce soruya yanıt arayacaksak, felsefi, bilimsel… Hangi açıdan bakarsanız bakın, mutlu olmak mümkün ve önerilen çok farklı yollar var. Ama sürekli mutluluk diye bir şey, yaşanan dünyada pek mümkün görünmüyor. Zamanında klinik hocamızın bize söylediği gibi, “akıl hastanelerinin belli bölümlerindeki küçük azınlıklar dışında, sürekli mutlu insanlar bulamazsınız”.
Binlerce yıldır filozoflar gerçek mutluluğun yollarına ulaşmayı düşünüyorlar. 20nci yüzyılın seçkin filozofu, Nermi Uygur geliyor aklıma. “Mutluluk sevgidir” der. “Ayçiçeğinin güneşe yüzünü dönmesi gibi, insan da sevgiye döndürür kalbini.”
Mutsuzluğun çözümünü sevginin arayışında arayan filozofumuzdan binlerce yıl önce Demokritos; mutluluğu iyilikle ilişkilendirmiş. Sokrates 2400 yıl önce, mutluluğa giden yolun erdemli olmaktan geçtiğine değinmiş. Rotayı da belirlemiş: “kendini tanı.”
Günümüze kadar gelmiş Epikuros, hazların doyurulmasını, zevk ve sefayı; mutluluğa ulaşmanın yolu olarak düşünmüş. Gülmeyin. Zevk düşkünleri, günümüzde hâlâ bu ilkeye sıkıca bağlı yaşıyorlar.
Şimdilerde çok dikkat çeken Stoacılık; 2300 yıl önce Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuştur. Stoacılar, hazların doyumunu, zevk düşkünlüğünü; ahlaktan uzaklaştıracak bir eylem olarak görürler ve sefahatin, zevk ve lüks düşkünlüğünün insanı iyilikten uzaklaştırıp, bencilliğe, kötülüğe sürükleyebileceğine dikkat çekerler. Huzur ve mutluluk için; maddi arzulardan uzaklaşmayı ve iyiliği, erdemi geliştirmek gerektiğini söylerler.
Günümüzde, hem filozoflar hem de inanç tarihçileri konu ile ilgilenmektedirler. Sonsuz zaman akışında, yaşadığımız anda saklı olan mutluluk; kimilerine göre umut etme eylemimiz işbaşında iken uzaktadır. Umut etme gereksinimiz bittiğinde ya mutluyuz veya?
Psikoloji ise zaten işin içinde. Mutluluk dediğinizde, mutsuzluk, yas, açlık, savaş, ölüm, vuslat ve daha niceleri, bir şekilde yaşama konuk olmuştur.
Ruhsal acıların kaynağına yerleşmiş, kireçlenmiş kemikler gibi sızlayan mutsuzluklar içinde yaşıyoruz. Tatlı şırıngalar enjekte eden dolandırıcıları saymazsak; mutluluğa giden yolu bulmak günümüzde en önemli varoluşsal sorunlarımızdan biri gibi görünüyor. Gerçekten de mutlu olmanın herkese uyan bir kitabı olsaydı, bu konu ne düşün, ne de bilim alanının ilgisini çekerdi.
Bizler, mutluluğun sürekliliğinden değil, yoksunluğundan mustarip insanlarız. Ciddi bir yas sürecinin sonunda, yüzümüze bir gülümseme konduğunda bile mutluyuz. “Küçük şeyler” yeter desek de, o küçücük anlar, mutluluğun yapı taşlarıdırlar. Ancak, büyük bir şeyler istemekten kaçınmamak gerek. Hedeflediğimiz noktaya vardığımızda, aslında başka bir şeyler istediğimizi anlamanın ardında yatan acıyı bilirsiniz. Bundan kaçınmak gerek.
Mutlu olmak bir görev değildir. Yaşamın akışı içinde acılarımızın, sevinçlerimizin, başardıklarımızın, başaramadıklarımızın, yalnızlığımızın, azlık veya çokluğumuzun, bencilliğimizin veya sürekli vericiliğimizin ötesinde bir art alandır. Belki anda saklıdır belki bazılarımız bunu geleceğe iletmeyi başarabilmektedir.
Mutluluğun bir reçetesini vermek ne kadar da zor! İnsanın kendini tanıması sürecinde, başkalarını incitmeden bunu bulması ise ne kadar kolay görünmekte…
Düşüncede en azından.