Bir gazeteci olduğumu kesinlikle iddia etmemekle beraber hasbelkader bir köşe yazarı olarak misyonumuz belirli odaklardan beslenip kötüyü iyi veya iyiyi kötü göstermek olmamalıdır. Mamafih, muhalif basında olduğu gibi hak etmediği durumlarda dahi iktidara ağır eleştirilerde bulunmak da köşe yazarlarının hedefi olmamalıdır. 
   Bugünlerde önemi daha da anlaşıldığı üzere; köşe yazarlarının da dahil olduğu basın dördüncü yıkıcı güç değil yapıcı güç olmalıdır. 
   İktisatçı bir köşe yazarı olarak olgular ve bilimsel veriler ışığında Türkiye’nin yapısal problemleri ve alınabilecek önlemler üzerine birçok kez değerlendirme yapıp TL ile ilgili karamsar tablolar çizdim.  Ben bu saptamaları yaptığım sırada uluslararası kurum ve kuruluşların değerlendirmeleri de pek farklı değildi.
   Türkiye’deki başkanlık seçimleri sonrasında yeni ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası Başkanı ataması ile Ortodoks politikalara dönüş sinyali verilmiş ve çok geçmeden bu ekonomik göstergelere olumlu yansımıştır.
   Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Orta Vadeli Program’da (OVP) yer alan enflasyon hedefi çerçevesinde enflasyonun 2026 sonunda tekrar tek haneye düşürmeyi amaçlandığına işaret etmiştir.  Şimşek, OVP’nin, enflasyonla mücadele, mali disiplin ve yapısal reform olmak üzere üç temel bileşeni olduğunu ayrıca belirtmiştir. Şimşek, aynı zamanda zayıf kur, yüksek enflasyon döneminin geride kaldığını ve vergi reformu yapacaklarını da açıkladı.
   Hatırlanacağı gibi: TCMB Para Politikası Kurulu (PPK), politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını 750 baz puan artırarak yüzde 25’e çıkarmış ve akabinde Dolar/TL’deki düşüş yüzde 7’ye yaklaşmıştır. Bu karar elbette Hazine ve Maliye Bakanının açıklamalarına paralel “Faiz kararının, TCMB’nin enflasyonla mücadelede ne kadar ciddi olduğunu göstergesidir” şeklinde algılanmıştır.
   BAŞKANLIK SEÇİMİ SONRASI OLUŞTURULAN YENİ EKONOMİ YÖNETİMİ VE POLİTİKALAR ULUSLARARASI KURULUŞLAR TARAFINDAN DA OLUMLU KARŞILANMIŞ VE TÜRKİYE İÇİN YAPTIKLARI RİSK DERECELENDİRMELERİ OLUMLU YÖNDE DEĞİŞTİRİLMİŞTİR.
   Moody’s, Tayyip Erdoğan’ın Mayıs ayındaki seçim zaferinden bu yana Türkiye’nin geleneksel ekonomi politikasını yeniden benimsemesinin ve bu durumun devamı halinde daha güçlü bir kredi notu açısından yakında meyvelerini vermeye başlayabileceğinin sinyalini verdi.
   Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken, not görünümünü 2 yıl sonra “negatif”ten “Durağan’a çıkardı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings yaptığı açıklamada ise notun yükseltilmesine temel neden olarak kısa vadeli makrofinansal istikrar risklerini azaltan ve ödemeler dengesi baskılarını hafifleten daha geleneksel ve tutarlı bir politika bileşimine dönüş ve akabinde brüt uluslararası rezervlerin mayıs ortasından bu yana gözle görülür şekilde toparlanmasını göstermiştir.
   Türkiye’nin 5 yıllık kredi risk primi de (CDS) faiz kararının ardından 30 baz puan gerilemeyle 383,4 baz puana indi. Türkçe’de kredi risk primi veya kredi temerrüt takası olarak kullanılan CDS (Credit Default Swap) aslında bir çeşit sigortalama işlemi olarak tanımlanmakta ve herhangi bir ülke hazinesine ya da şirketine borç verirken o borcun geri ödenmemesi ihtimaline karşı aldığınız sigorta poliçesi CDS olarak adlandırılmaktadır. Ekonomist Mahfi Eğilmez’e göre ülke CDS priminin yükselmesine iç ve dış nedenler olmak üzere iki etken grubu yol açmakta ve iç nedenler olarak ise enflasyonun yükselmesi, dış borçların artması, kurların yükselmesi, sosyal çalkantılar ve afetler olarak sıralanmaktadır. 
   Bu çerçevede, Türkiye’nin yeni ekonomi yönetimi ve geleneksel politikalara dönüş CDS priminin nispeten düşüşüne neden olmuştur.
   Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti yeni ekonomi yönetimi ve Ortodoks politikaları ile uluslararası aktörlere güven vermeye devam ettiği sürece enflasyon, kur ve mali disiplin olumlu yönde mutlaka etkilenecektir.