Başlıktaki soruya kestirme bir cevap vermeden önce, sistem ile insan arasındaki ilişkiye kısaca değinmek gerekir. Her sistem insanlar tarafından kurulup, sürdürülebilirliği ve işlerliği bakımından insanlara bağımlıyken , insanlar da ihtiyaçlarını karşılamak ve sorunlarını çözmek için sistemlere bağımlıdırlar. Bu bağlamda insan ile sistem arasında hem karşılıklı bir etkileşim hem de karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi bulunmaktadır.

Peki, yaşadığımız sorunların siyasetçilerden mi yoksa sistemden mi kaynaklandığını nasıl teşhis edebiliriz?

Bunun için öncelikle yaşadığımız sorunların niteliğine göre, özellikle kısa vadeli veya uzun vadeli olup olmamasına ve kapsamına bağlı olarak değişmektedir. Buna göre kısa vadeli ve tekil olaylarda veya sorunlarda, siyasetçileri sorumlu tutmak daha kolaydır.

Bizim oyumuzla iş başına getirdiğimiz siyasetçilerin; topluma karşı siyasal, hukuksal, ahlaki ve toplumsal vb. birtakım sorumlulukları vardır. Örneğin, rüşvet veya yolsuzluğa bulaşmış bir siyasetçinin, hukuksal, siyasal veya ahlaki sorumluluklarını yerine getiremediği sonucu çıkmaz mı? Kamu yararını gözetmeyen ve kendi bireysel çıkarına hizmet eden bir siyasetçinin, toplumsal sorumluluğu da sorgulanır.

Buna karşılık uzun vadeli ve yapısal sorunlarımız, büyük ölçüde sistemin kuruluşundan, eksikliğinden veya aksamasından, kısacası sistemden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede sorunlarımızın kaynağının teşhis edilmesi ve çözümü konusundaki sorumlulukların kapsamı bakımından ‘sistem’ kavramına açıklık getirelim

Birincisi, ülkemizin mevcut durumunu ve düzenini içeren en geniş anlamdaki siyasal sistemi kastediyoruz. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü ve KKTC’nin uluslararası tanınmışlıktan yoksun olması, KKTC’nin uluslararası izolasyonlar altında olması, KKTC’nin demokratik bir rejime sahip olup olmaması, kendi kamu politikalarını ve önceliklerini belirleyip belirleyememesi, savunma, güvenlik, ekonomi ve maliye gibi konularda Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımlarına muhtaç olması gibi bileşenler, statükoya karşılık gelen siyasal sistemimizi oluşturmaktadır.

Bu bağlamda örneğin Kıbrıs sorununda henüz bir çözüme varılmamış olmasından dolayı, Kıbrıslı Türkler ciddi bedeller ödemektedir. Uluslararası tanınmışlıktan yoksun olmanın ve siyasal statümüzün belirsizliğinin toplumda yarattığı öz değer ve öz saygı eksikliği gibi psikolojik sorunlar bir yana, KKTC’nin sürdürülebilirliğini de kırılgan hale getirmektedir. Siyasi ve ekonomik izolasyonlardan dolayı, ulaşım, dış ticaret, turizm, tarım, inşaat ve yükseköğretim gibi alanlarda ciddi zorluklarla karşılaşmaktayız.

KKTC’nin para birimi olarak Türk Lirasını kullanması da Türkiye Cumhuriyeti’ndeki enflasyon ve döviz kuru dalgalanmalarından doğrudan etkilenmemize yol açmaktadır. TL’nin döviz karşısında değer kaybetmesi, ithalata bağımlı bir ülke olan KKTC’de ithal ürünlerin maliyetinin artmasına ve alım gücünün düşmesine neden olmaktadır. Para arzı ve faiz oranları gibi para politikamız olmadığı için de enflasyonla mücadele etmek için elimizde maalesef etkili araçlar bulunmamaktadır. Bütün bunlar yapısal sorunlarımızdan sadece bir kısmı..

İkincisi, sistem kavramını, kimi zaman yasama ve yürütme ilişkilerinin belirlediği hükümet modeli olarak daha dar anlamda kullanıyoruz. Buna göre KKTC yapısal açıdan yarı-başkanlık, işlevsel açıdan parlamenter sisteme sahiptir. Zaman zaman kimi siyasetçilerin yaşamakta olduğumuz bazı sorunlardan kurtulmak için başkanlık sistemini işaret ederek, yanlış teşhis ve tedavi önerdiklerine tanık olmaktayız. Parlamenter sistemdeki milletvekillerinin, bakan veya başbakan olma kariyer hedeflerinin, yasama faaliyetlerini öncelemesi veya parlamento çoğunluğunu elinde bulunduran parti veya partilerin, aynı zamanda yürütmeyi oluşturmasının yaratacağı denetim eksikliği gibi dezavantajlarına rağmen, parlamenter sistem, başkanlık sistemine kıyasla çok daha esnek ve sürdürülebilir bir sistemdir.

Üçüncüsü ise seçim sistemiyle yakından bağlantılı olan hükümet kompozisyonuna gönderme yapan en dar anlamdaki sistem kavramıdır. Koalisyon hükümeti veya tek partiye dayalı hükümet gibi hükümet oluşum şekilleri bu kapsamda anlam kazanır.  1976, 1990 ve 2009 yıllarındaki UBP iktidarı dışında, KKTC’deki hükümet oluşum şekli, nispi temsil sisteminden dolayı verimsiz ve istikrarsız koalisyon hükümetleri olmuştur. Bu durum ise hükümetlerin orta ve uzun vadeli politikalar geliştirmelerini veya yapısal reformlar yapmalarını büyük ölçüde kısıtlamaktadır.

Buna ayrıca bir de siyasal kültürümüzde etkili olan patronaj, nepotizm ve kronizm gibi kayırmacılık eğilimleri de eklendiğinde, gerek kamu kaynaklarımızın paylaşımında gerekse kamu bürokrasisine yapılan atamalarda eşitlikten, adaletten, fırsat eşitliğinden ve liyakatten uzaklaşılmakta ve tam tersine, toplumda ayrıcalıklar yaratılmaktadır.

Toparlayacak olursak, yaşadığımız kolektif sorunların sorumlusu ister siyasetçi isterse sistem olsun, bu sorunların çözümü, son tahlilde siyasetten geçmektedir.

Yaşadığımız sorunların çözümü konusunda, önemli olan bugün siyasetçiler ne kadar ve nereye kadar sorumluluk üstlen(ebil)mektedirler?