Diyeceksiniz ki başlık çok sert. Rasıh kime çatıyor? Ben sadece çok sevdiğim bir filmden bir replik tekrarlıyorum. Vizontele Tuuba’da, yani Vizontele serisinin ikincisinde, Deli Emin kendisinden sipariş edilen Adalet Partisi tabelasını boyamış, imza olarak da kendi simgesi olan güvercini koyduğu için çıkan tartışmanın olduğu sahneden bahsediyorum. İlk filmde Sırma Saç diyerek dalga geçtiği, Belediye Başkanı danışmanı Sezgin, klasik yalakalığını yaparken, Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı Deli Emin, Sezgin’e, “Sen git hırsızlık yap, ihaleci zimmetçi” demiş ve belediyeden atıldığını söylemişti.
İzlemeyen izlesin, izleyenler bir daha izlesin diyorum. Harika bir film.
İhale dendi mi, bu replik geliyor aklıma gülümsüyorum.
Bir zamanlar Merkezi İhale Komisyonu bütün ihalelerini canlı yayın yoluyla son derece şeffaf bir şekilde yapıyordu. Vizontele’den, pardon televizyondan oturup izliyorduk.
Olup bitenden haberdar oluyorduk. Öyle kolay kolay ihalelerde yolsuzluk yapmak ya da bir dönem Türkiye’sinin moda ismiyle ‘ihaleye fesat karıştırmak’ suçunun işlenmesi zorlaşmış, hatta imkansız hale gelmişti.
Hatta ihaleyi fiyat ya da yeterlilik nedeniyle kaybeden şirketler, boyunlarını büker, kaderlerine razı bir şekilde bir sonraki ihaleye hazırlanmaya başlarlardı.
Şimdilerde ihaleler daha da şeffaf.
Ama öyle olumlu anlamda değil. Tam tersi olumsuz anlamda şeffaf. Rezalet bağlamında şeffaf. Öyle şeffaf ki, sokakta konuşulur, sosyal medya hesaplarında tartışılır, masalarda pazarlık konusu haline geldi. Ötesi, tehdit unsuru, rüşvet kaynağı, çantacı benlenme alanı haline geldi.
Daha da ötesi var mesela. İhaleler istenmeyen kişilerin kazanma ihtimali baş gösterdiği anda gizli silah ortaya çıkıyor.
“Eğer bizim adam kazanmazsa, ihaleyi iptal ederiz olur biter”
Tabii, ‘bizim adam’ dedikleri kişi kazanmak için elinden geleni yapıyor, kamuoyunu hazırlamak için yapması gereken masraflardan kaçınmıyor. Ama bazen olmuyor ve ihalenin iptali zaruri oluyor.
‘İhalenin iptali’ ve ‘zaruret’ kelimeleri bizim ihaleciler için son derece önemli iki kelime. Önce ihale iptal edilir, sonra o işin yapılmasının zarureti ve aciliyeti ortaya çıkar. Ve ihalesiz ‘bizim adama’ verilir. Aylık aylık faturalar kesilir, ilgili bakan imzalar ve ödemeler çatır çutur yapılır. Ne ihale ne de mihale.
Öyle ufak tefek işler de değil ha. Büyük büyük ve bir türlü bitmeyen işler.
Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı ve söylediği replikteki ‘ihaleci’ tabiri kime denir diye düşündüm biraz. İhaleci, ihaleyi almak için rüşvet veren, rüşvet alan, ihale ile ilgili menfaat karşılığı menfaat yayan, ihalenin mevzuata aykırı bir şekilde gerçekleşmesi olanağı yaratanlar, aracılık edenler ve bu konuşmuş zincirin parçası olan herkese denir diyelim.
Peki bu ihaleciler, gerek ülkede, gerekse de Türkiye’den burası ile ilgilenenlerin ne yaptıklarını bilmiyor mu, görmüyor mu sanıyorlar çok merak ediyorum.
Vallahi ben görüyorum hem de çok net biçimde.