“Kırılan vazoyu yapıştırsan bile eski haline döner mi?”
Çoğumuz bu eskilerden kalan cümleyi, kırılan kalbin her zaman bir şekilde iyileşmeyen tarafı vardır diye algılarız. Oysaki Uzak Doğuda, Japonların diyarında, sözler değişikliğe uğrar: “Kırılan vazoyu altınla yapıştıracaksın ki, eskisinden değerli olsun.”
Bugün kırgınlığımızı ve ardından gelen iyileşmeyen yaralarla yola devam etme çabamızı düşünelim.
Davranış ve duygularımızın anlaşılmadığı pek çok durum yaşarız. İyi bir şeyler yaparız, görevimizin dışına çıkarak çok çalışırız, sevdiklerimiz için koşulları zorlayarak iyileştirici önlemleri harekete geçeriz ve kimsenin fark etmediğini veya umursamadığını görebiliriz. Daha da acısı, durumdan vazife çıkarıp yaptıklarımız, başkalarına yara bandı olurken, bizi “her eve lazım” kategorisine yerleştiriverir ve beklenen davranışı yapmadığımızda, onları şaşırtırız, öfkelendiririz, hayal kırıklığına uğratırız.
Yaşadıklarımız, bir an gelir, dayanılmaz kalp ağrılarına dönüşebilir. Müsebbibi aile, arkadaş veya iş hayatımız olabilir. Kırgınlık çoğu zaman böyle başlar ve iyileşemediğimizde önem verdiğimiz bu kişilerin gözünde “kırılgan” yaftası ile değerlendirilebiliriz. Burada kırgınlığımızın kaynağı göz ardı edilerek zaten çabucak alınan, kırılan bir özellik taşıdığımız ön plana geçiverir. Bu çok kötü bir sorun çözme yoludur ve sadece başta işe yarar. Düşünün ki kırgınlığınızın kaynağı kimsenin umurunda değil sanki ama alıngan, kırılgan bir kişi olarak görüldüğünüz için insanlar size eskisinden daha dikkatle yaklaşıyorlar.
Oldu mu, iyileştik mi? Hayır, anlaşılmadıktan sonra iyi hissetmek gerçekte mümkün değildir. Ancak, bizi sevenlerin, değer verenlerin iyi niyetleriyle yapıştırdıkları “kırılabilir” etiketi, bir süreliğine kendimizi değerli hissettirebilir. Sonrasında acı çekmek kaçınılmazdır.
Kırgınlığın oluşturduğu acı, duygusal bütünlüğümüzün yaşadığı bir depremdir. Anlaşılmamanın yarattığı yoksunluk ile sevilmediğimizi düşündüğümüz bir yerlere savrulabiliriz. Kederin öfke ile dansı arasında ezilebiliriz. Bunlar duygusal varlıklar olmamızın gereği olan ruhsal acılardır ama çözemezsek bize yapışıp kalırlar. Sonrasında ise güvensiz, tatsız, duygusal açlığımızı artıran ilişkiler içinde, kendimize bile yabancı düşeriz. Depresif çöküntülerimiz, sadece çevremizi değil bizi de şaşırtan kapanışlara veya isyanlara yakalanmamıza neden olabilir.
Bir şekilde, bizim bizimle ilgilenmemiz gerek. Kırgınlığımızın başkaları tarafından anlaşılmasını sağlamak bizim için öncelikli konu değildir. Doğrusunu isterseniz en sonda yer alır veya almaz, o bile önemli değildir. Öncelikle bu incinmişliğimizi kendi bütünlüğümüzün içinde değerlendirmeli ve tekrarını önleyen, geleceğe sağlıklı duyusal bütünlükle yürümeyi sağlayan bir bakış açısı ile kendimize sarılmalıyız.
Değişmemiz gerektiğini fark ettiğimizde, çoktan değişmeye başlarız aslında. Bu nedenle bunu anladığımızda, kırgın yüreğimize su serpebilir, kırılan yerlerimizi altın ile sıvayarak yola devam edebiliriz. Buradaki “ben” olgunlaşmış, kendini ve dünyasını tanımaya çıkmış muhteşem bir seyyahtır. Belki gene kırılacak ama bu acı ile baş edip ruhsal acıların karanlık köşelerinde kaybolmadan, çözebilecek güçte olacaktır.