İnsanlık tarihinin sayfalarını araladığınızda sistematik ceza uygulamalarına rastlarsınız.
Örneğin çocukların kurallara ve ebeveyn veya öğretmenin beklentilerine yönelik uyumsuzlukları veya verimsizlikleri, kabul gören ceza kurallarıyla ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Kulağın nasıl ve ne koşulda çekilip tokat atılacağından tutun da ağza, ellere vurulmasını gerektiren durumlara kadar inceden inceye hesaplanmış ayrıntılar bulursunuz. Çocukların bu yanlış eğitilme biçimine artık “zehirli pedagoji” denmektedir ve ne yazık ki hâlâ dünya küresinin pek çok yerinde günümüze uyarlanmış farklı biçimleriyle uygulanmaktadır.
Sadece çocuklar değil, kendi düşünce özgürlüğünü ifade etmeye çalışan bireylerin yanında, biat arzusu veya kâr güdüsü ile hareket eden yığınlar da, ceza uygulamalarının hedefinde olabilmektedirler.
Kabul edilen otoritenin kurallarına aykırı davrananlar zaten her devrin günah keçisi adayıdırlar. Bunlar, itaat etmenin değil, ikna olmanın geçerli olduğu bir düşünseli içindedirler. İkna olmak söz konusu olduğunda, kanıtlar, bazıları için yeterli olsa da diğerleri sorgulamaya ve düşünmeye devam ederler.
Fiziksel cezalara; psikolojik, ekonomik, cinsel istismarların da eşlik ettiği örtülü şiddet biçimleri çoğu zaman belli bir amaca yönelik olarak uygulanmaktadır. Dışlamanın, kategorize etmenin doğal hale getirildiği bir ortamda, şiddetin pek çok farklı kılıkta ortaya çıkması kolaylaşır. Ortam bir “ceza uygulayıcısına” uygundur, çünkü.
Akıl ve vicdan gücünün zayıfladığı veya zulmedenin hedeflerine uyarlandığı bir ortamın ceza uygulayıcısı, ayrık otları gibi, yayılmacıdır ve güçlü görünmenin tüm çekiciliğini taşıdığından, hayranları, takipçileri giderek çoğalır. En yakını tarafından istismara uğrayan bir çocuğun, yetişkin yaşlarında bile bu yakınını, sevmek için bir neden bulabildiğini biliyoruz.
Ortak amacın, itaate mecbur bırakmak olduğu bu ceza uygulamaları; uygulayıcısını zorbalaştırırken, kurbanını da insani değerlerinden uzaklaştırmaktadır. Ceza; her zaman, uygulayıcısının hedeflerini gerçekleştirmesi için uygulanan bir destekçidir.
Reddettiğiniz uygulamalar için cezalandırılmanız bir yana, kabul ettiklerinizin kazanılmış insani değerlerinizi dejenere ettiği bir süreç içine girersiniz. Koskoca bir dünyayı yok farz ettiğiniz, başkalarını ötekileştirdiğiniz uyuşturulmuş ve zulmedene bağlılığı artmış kitlelerin oluşturulduğu bir süreçtir bu…
Farklılığa tahammül yoktur ve “asalım, keselim, yok edelim” şiddetinin arkası, yasanın koruyuculuğunu hiçe sayacak kadar sağlamdır.
Ceza uygulamaları, kadife bir eldiven giymiş demir yumruk görüntüsünde, “okşuyor” gibi görünebilir. Bu, oldukça gerilimli bir noktaya işaret etmektedir: zalime duyulan bağlılık ve inanç.
Öyle ki, itaat edenin sonsuz güveni, elden ayaktan, gözden kulaktan mahrum kalsa da, bir çeşit uyuşturucunun etkisinde, kendini gül bahçesinde hissetmesine neden olmaktadır.
Akıl ve vicdanın rol almadığı bu durumda, gerçekte yaşananlar, “doğru” olarak algılanır. Oysaki doğruları bulmak, gerçekte olanları anlamak için özgür düşünceye ihtiyaç vardır.
Gerçekte, yaşanan dünyada, zulmedene duyulan bağlılık; özgür düşünce ve vicdani iradenin yokluğuna işaret etmektedir. Bunların yokluğu, bizi esnek düşünme ve davranma becerisinden, başkalarını ve kendimizi farklılıklarımızla kabul etme ayrıcalığından uzaklaştırır. Elezerin, otoriterin uyumlu bireyleri haline getirir.