BİR İlişkinin sürmesinde aşkın, sevginin çoğu zaman başrolde olduğunu biliriz. Yaşamın sunduğu acı tatlı bir yolculuktur ve sert fırtınalar ile ne zaman karşılaşacağımız önceden belli değildir. İşte bu nedenle, çift arasındaki duygusal bağın sağlamlığı çok değerlidir. İlişkilerde sanki aşk, sevgi, saygı, bağlılık, sadakat “varmış” gibi yaşamak; çiftin basit bir engele takılıp düşmesine neden olacak güçtedir. Günümüzde, hesaplı ilişkilerin dayanıksızlığının belki de en önemli nedeni budur.
Ancak, birbirine sadakat ile bağlı olan, aşkı ve sevgiyi beslemeyi unutmayan çiftlerin de çıkmaz sokakları vardır. Bu çıkmazlar bazen, geleneğin getirdiği yaptırım gücü yüksek ama geçerliği düşük zorlamalar olabilir. Bazen çiftler, dışarıda çok yorulur ve yıpranırlar ve yuvaya dönünce, sadece dinlenmeye odaklanırlar. Birbirlerinden beklerler, ama bulamazlar. Bazen de sevgililer aynı anda birbirlerinden benzer şeyler beklerler. Beklemek zordur. İki kişinin birbirinden aynı veya benzer şeyleri beklemesi ise daha zordur. Çiftin her bir eşinin içeriden kalbi kırılmaya başlar. Bu beklentiler biriktiğinde ise, yazımızın başlığının devreye girdiği nokta gelir.
Peki, ne yapmalı? Çift ilişkisinde uyum ve doyum; ilişkinin olmazsa olmazlarının başındadır. Uyum ve doyum için sevmek tek başına yeterli olmadığına göre, çiftin her bir eşinin, ilişkiyi besleyecek kaynakları düşünmesine ve yaşama geçirebilme becerisine gereksinimi vardır.
Yaşam koşullarına baktığınızda, küçük bir azınlık dışında, çiftlerin yaşam mücadelesinin geçmiş kuşaklara göre oldukça arttığının farkına varırsınız. İş hayatlarındaki rekabet, yerini koruma veya biraz daha ileriye gitmek için harcadıkları çabalar, çocuklarını sağlıklı ve doğru yetiştirme uğraşıları, gelirlerine uygun en yüksek yaşam seviyesini oluşturma gayretleri ve daha nice sorun ile çarpışmaktadırlar. Bu zorlu süreçte, yanlış yargılarda teselli bulmaya çalışırlar: “Artık, evlendik, elbette ateşimiz azalacak, ilişkimiz rutine dönecek, büyüdük biz, sorumluluklarımız var, çocuk değiliz.” Vesaire, vesaire…
Oysaki böyle bir şey yok. Aşk, arzu, aidiyet duygusu, mutluluk ve yalnız olmadığını bilmek; son nefesimize kadar bize gereklidir. Yaşamsal döngümüzün bu arayışa göre rotasını belirlediğini kabul etmeliyiz. Arayışlar bazen, bir sevgiliden diğerine savurur, kişiyi. Ama her zaman sorun, çiftte değildir. Bazen sadece ilişki dinamiklerinin aktif hale gelmesi yeterlidir.
İlişki dinamiklerinde, çiftin her bir eşinin, karşısındakinin gereksinimlerini anlaması ve duyarlı olması büyük önem taşır. “ben çok yorucu bir gün geçirdim, televizyonun önünde uzanabilirim” diyebilirsiniz. Partneriniz, yemek yaparken, çocuklar ile ilgilenirken rahatsız da olmazsınız. Değil mi ki çok yoruldunuz ve çok önemli işler yapıyorsunuz. Oysaki onun işi çok yorucu değil, sizinkine göre. Öyle mi? Siz bunu yaparken, kadın veya erkek olmanızın herhangi bir ayrıcalığı yoktur. Siz aslında, ciddi bir şekilde, eşinize destek vermiyor ve yorgunluğunun artmasına seyirci kalıyorsunuz. İlk adım diyebilirsiniz buna. Uyumu bozan ilk adım. Hele bir de, partneriniz, dayanıklılığı yüksek, sevgi ve bağlılığı yaşatma adına oldukça inatçı biri ise; bilin ki kendi kalenize gol atıyorsunuz. Sevginin gösterisi ile köleliğin bir ilişkisi yoktur. Biraz abarttıysam, daha hafif bir sözcük bulmam iyi olur: Hizmetçiniz yoktur. Sizin konfor alanınızı sürekli beslemek zorunda olan bir kadın veya erkek ile yaşıyorsanız bilin ki bu ilişki duvara toslayacaktır.
Ne yazık ki, sevginin birleştirdiği çiftleri tehdit eden sadece bu sorun değildir. O üzülür, kederlenir belki hafif bir depresif çöküntü içindedir. Onu seversiniz ve üzülmesine, içine kapanmasına dayanamazsınız. Buraya kadar anlaştık mı? Bu noktada yaklaşımınız çok önemlidir. Bilir misiniz, seven insandan en çok beklenen duygusal kavrayıştır. Onu anladığınızda, içini boşaltmasına olanak tanıdığınızda, her şeyin yoluna gireceğini hissettirdiğinizde kocaman bir karanlık, onu terk eder. Çünkü anlaşıldığını hisseder. Ama sorununu küçümserseniz, ona daha ciddi veya hayati olduğunu düşündüğünüz örnekler verirseniz onu incitir ve yalnız hissetmesine neden olursunuz. Bilirsiniz, bazı insanlar hasta ziyaretlerine gidince, kendi geçirdikleri “daha mühim” sağlık sorunlarını anlatarak hasta insanı daha çok hasta ederler. İşte sevdiğiniz insana yaptığınız böyle bir münasebetsizliktir.
Aslında bu konuda söylenecek çok şey var ama son bir konuda daha konuşalım: İlişkiye ait hissetmek. Üç sözcük yan yana gelmiş ama içi dolu. Ortak hedefler, eylemler, neşe veya eğlence dolu birliktelikler. Bilirsiniz: “Eğlenmek herkesin hakkı.” Hatta bunu programlayan çiftler de var. Her ay kaç defa, kim kimlerle dışarıda “deşarj” olmaya gidebilir diye, sistematik program kuranlar var. Elbette çift ilişkisinin sağlığı için çiftin her bir eşinin kendine ait bir sosyal çevresinin olması iyidir. Ama çift, eğer beraber eğlenemezse, gülemezse, rahatlayamazsa ilişki çıkmaza sürüklenir. Sorunların çözümünden başka bir faktörün sizi bir araya getiremediğinizi anladığınız nokta çok çabuk karşınıza çıkıverir.
Sadece sevmek yetmez. Konuşacak çok şey var ama bunu idrak etmek bile yolun yarısıdır.