Hep hikayeleri dinlerim. Dedem mesela, Ayyani’li bir genç olarak CMC Madenine çalışmaya gitmiş, çalışıp para biriktirmiş ve biriktirdiği paralarla, köyüne dönüp tarla satın almış. Onları da bağ yapmış. Ailesini bu bağdan elde ettiği gelir ile oluşturmuş ve yetiştirmiş. Ta ki nispeten genç sayılabilecek yaştayken kansere yenik düşene kadar. Hiç tanımadım ama torunlarının faydasına dahi olacak kadar bir mal bırakmış. Kıyısından köşesinden ben de çocuklarım da yararlandı. Düşünün, namusuyla yoktan var ettikleri, torunlarının, çocuklarına bile faydası oldu.
Aynı şekilde diğer dedem, Lefke’de biraz üretim, biraz ticaret, biraz CMC kimyahanesinde çalışarak mal varlığını büyütmüş, ailesini bu şekilde çalışarak oluşturmuş, yetiştirmiş. Limonluklar, portakallıklar, bademlikler, zeytinlikleri ve tarlaları olmuş. Ta ki şehit olana kadar. Onu da şahsen tanımadım. Ama evlatlarına ve torunlarına, hatta torunlarının çocuklarının faydasına olacak bir mal varlığı bırakmış.
Her iki dedem için ‘zengin’ denmemiştir. Çalışkan denmiştir ama. Çalışarak, üreterek, alın terleri ile bir şeyler yapma ve büyümeyi sağlamışlar. Hem de İkinci Dünya Savaşı sırası ve sonrasındaki kıtlık ve yokluk içerisinde. Bu ülke öyle bir ülkeydi.
Kooperatifler yardımcıydı mesela, bugünkü gibi üreticinin ensesinde yük değildi.
Atalarım madende işçi olarak çalışarak, oluşturdukları başlangıç sermayeleri ile taşınmaz mal merdivenine ayak bastıkları, sonra da tarımsal üretimle mal varlıklarını artırabilirken, aynı ülkede şimdi genç birisinin bırakın mal edinmeyi, başını sokacak bir ev kiralaması bile neredeyse imkansız. Evet evet, yatırım amaçlı satın almayı bırakın, oturmak için satın almayı da bırakın, kiralamak bile neredeyse imkansız halde geldi.
Hasbelkader malı olan da arttırma değil, kaybetmeme ve koruma mücadelesi veriyor sadece.
İşte bu namusluların haricinde bir de başka bir kesim var.
Bu kesim; köşeyi kapmışlar. Attıkları imzalar, aldıkları kararlar birilerine haksız bir şekilde bir rant sağlayabilecek kudreti ellerine geçirenler var. Onlar rantı dağıtıyor, kendilerine alırken, onları orada tutanlarla paylaşıyor.
Bu kesime dikkat edin, yaşam biçimleri aldıkları maaşlarla ya da yaptıkları ticaretle orantısız halde gelişiyor. Net bir şekilde de göze batıyor, batırılıyor. Peki...
Kim bakıyor? Kimse.
Mal varlıklarına kim bakıyor? Kimse. Baksa da ne bulacak. Eşi, dostu, yakını, avukatı, torunu, çocuğu, dıdısının dıdısının adınadırlar. Yediemin çok.
Arabalara bakın. Bıyıkları yeni terlemiş gençler, daire parasından daha pahalı arabalarla dolaşırken, bir kesim ise tamirciden zaman zaman çıkabilen arabasının seyrüseferini ödeyemiyor.
Sorum şu. Devletin malı ya da imkanı ya da gücü deniz, bunu yemeyen keriz noktasına ne zaman ulaştı bu Kıbrıs Türkü?
Bir taraftan artık namusla çalışarak bir yere varmanın mümkün olmadığını bile bile, sadece hayatta kalmak için çalışanların cefası, diğer taraftan da namussuzların, liyakatsizlerin, hırsızların, rüşvetçilerin her köşeyi kapmış olanların rahatsız edici saltanatı.
Vasatların iktidarı der bazıları.
Vasat, ne iyi ne kötü, sıradan demek. Vasat bile değil.
Çalıntı araba ile kendine makam arabası yaratanların, işgal ettiği makamları ne denli kirlettiklerini düşünmek bile insanın midesini bulandırmıyor mu?