Çok uzun zamandır, "kadın olmak" dünya coğrafyasının bazı bölgelerinde gelişip güçlenirken; diğerlerinde zayıflatılmaktadır. Toplumsal egemen güçlerin ölçütlerine göre belirlenen benlik algısı, kadın daha çocukken işlenmeye başlamakta, içerisindeki kadın, doğmaya fırsat bulamadan boğulmaktadır.
Rüzgarda savrulan kuru bir yaprak misali, "kadınlık" siyasetin hatta bazen bilimsel görünüşlü arkaik düşüncelerin konusu olabilmektedir. En akıllıcası ise, kadından kadınlığını alırken, ona sadece anneliğini vermek ve buna göre değerli hissetmesini sağlayan manipülatif yaklaşımlardır. Elbette kadının doğurganlığı, kutsaldır, değerlidir ve en kıymetli servetlerinin başında gelir. Ama kadını doğurganlığı ve analığı arasına sıkıştırmak; elini, ayağını, kulağını, gözünü işlevsiz bırakmak gibidir. Bunlar, kadının duyarlılığına ve aklına vurulan zincirlerdir.
Oysaki biz kadınlar, çok uzaklarda kalmış bir geçmişte, neredeyse üç bin yıl önce bile bu günkü kadar, aşırı budanmış bir ağaç gibi değildik. Atalarımız binlerce yıl öncesinden, kas kuvvetine dayalı erkek egemenliğinin önlemlerini almışlar ve bizlere aktarmışlar. Doğurganlığın önemli bir ayrıcalık olduğu, eş ve eşdeğer olmanın tartışmaya gerek kalmadan sosyal ve özel yaşamda yerini bulduğu bir geçmişten söz ediyorum. Toplumsal yaşamın bütün aşamalarında, erkekle eşit olarak bulunan ve bunun sorgulanmasının bile konu olmadığı bir geçmişten. Biz böyle bir geçmişten geldik ve şimdi çocukların ne kadar erken evlenebileceği ile ilgili haberleri izliyoruz. 18 yaşın altındaki herkes çocuktur ve biz 7 yaşındaki çocuğa nikah kıyılıp kıyılmayacağını tartışan sözde alimlerin tartışmalarını izliyoruz.
Bunların yanında, yakın tarihte ve günümüzde bile yazılmaya devam eden kara sayfalar var. Başkalarının başına gelir dediğimiz, ilkel ve insanlık dışı bulduğumuz insanlık ayıpları. Unutmaya çalıştığımız ama modern dünyanın gündelik yaşamına sızmayı başaran ve kanıksamaya başladığımız nice can alıcı ayrıntı. Can alıcı elbette çünkü öldürülen kadınların katillerine hoş görü göstermeye, kadında bir suç aramaya alışmaya başladık. Hatta, katillere hafifletici sebepler eşliğinde verilen eften püften cezaları, okuyor ve izliyoruz. Yakın coğrafyada gerçekleşiyor olmasını dikkate almadan hem de.
Aklıma, küçük yaşta gittiği koca evinde beğenilmediği için, kaynanası tarafından yakılan çocuk gelinler geliyor. Toplumların tarihine, "mutfak kazası" diye geçen cinayetler. Yada, kızgın kuma doğar doğmaz gömülen, kız bebekler. Veya bir harem dolusu kadının yaşlanarak öldüğü kapalı kutular. Veya doğan çocuklarının anneliğini, ilk kadına bırakmak zorunda kalan kadınlar. Veya…anlatmaya kalkışsak, sayfalar yetmez. Bir gerçek varsa, kadın ve anne arasında savaş yoktur. Kadınlığı sindirilmiş anneler vardır. Eşit ve eşdeğer olmadığını, sadece bir erkeğin yaşamındaki ayrıntılardan biri olduğunu, anne olursa değerli olacağını sanan susturulmuş ve inandırılmış kadınlar vardır. Dayatılan kalıba sığmadığında, ezilerek, dövülerek, öldürülerek dize getirilmeye çalışılan kadınlar…
Nihayetinde kadın, anne olabilme ayrıcalığı ile varoluşunu gerçekleştiren değerli bir bütündür. İnsanlık soyunun devamında, kadının rolü; anneliğinden önce gelmektedir.
Kadının varoluşsal değerlerini keşfetmesi; hem kendine hem de tüm rollerine yönelik üretkenliğini artıracak güçtedir. Evet, rollerinden biri ve en önemlisi anneliktir. Ancak, önce kadın olabilirsek; etkin ve işlevsel anne olabiliriz.
Kadını sadece anneliğe sığdırmaya çalıştığınızda, dar alana düşürürsünüz ve günümüzde psikoloji literatüründe yerini alan hoş olmayan o karanlık kavrama yer hazırlarsınız: var ama yok anne
Ne güzel ki, cinsleri eşit ve eşdeğer olarak kabul eden evrensel yasalar var. Bazı toplumlarda buna uygun yetişen kadın ve erkekler de var. Bazılarında kadınlar "var olma" savaşı vermeye devam ediyor. Bazılarında ise, mekânı Cennet olsun, unutulmaz yazarımız Duygu Asena'nın ünlü kitabının adı yeterli: "Kadının Adı Yok".
Önce kadın sonra analık. Varoluşumuz ne kadar güçlüyse, o kadar muhteşem yansıtırız kendimizi. Yani, kadın güçlüyse, anne güçlüdür. Kadın doğruysa, anne doğrudur.
Siz anneyi tek başına bırakırsanız, kadınlığının getirisini ondan alırsanız, vay halimize.