Ne zaman sorunların baskı ve dayatmaları karşısında sıkışsak genelde, “devlet olduk ama” diye başlayan cümlelerimizi, “fakat” diye başlayan anlamsız bir çaresizlikte “olamadık” diye tamamlarız! Ve yin...

Ne zaman sorunların baskı ve dayatmaları karşısında sıkışsak genelde, “devlet olduk ama” diye başlayan cümlelerimizi, “fakat” diye başlayan anlamsız bir çaresizlikte “olamadık” diye tamamlarız! Ve yine sadece biz anlarız: “Devlet olduk ama henüz olamadık!” “Kurumlarımızı oluşturduk ama onlara ne sistematik ve akılcı işlevleler katabildik ne de devlet basiret ve hukukuyla teçhiz edebildik!” “Liderlikler” ve “komiteler” dönemlerinden kalan “emirlerle yönetilmek” alışkanlıklardan kurtulamadık! Bu nedenle konutlarımızın, binalarımızın, okullarımızın ötesi tüm amaçları kapsayan “inşaatlarımızın” mesela “olası bir depreme karşın” dayanıklı oluşları ile uygunluklarını hiç düşünmedik… Dolayısıyla bu konuda işlevsel ve kanun nizamları içerecek yasalar da yapmadık! Lafın kısası bugüne kadar 1974 ahkâmlarının toplumsal heyecanlarında “biz de devletiz” dediğimiz yerde kaldık… Boş ve kof! *** ŞİMDİ UYANIYOR MUYUZ? Yoksa “deprem” gibi kurduğumuz Devleti bile beş on saniyede başımıza yıkacak kadar kudretli doğal afetlerin korkularında kendimizi sorgularken mi aklımıza geliyor? Mesela aklımıza geliyor: Şöyle ki 1974 sonrası ve o günlerin ahkâmlarındaki “yağmalarla gasplar” furyasında söz konusu Rum’dan kalan mülklerin harcanmaları!.. “Ganimet ve rant ekonomilerinin” de ana kaynakları haline getirilmelerini! Ve daha dün medya haberlerinde en taze haberiyle devlet ricali ve Bakanları tarafından hâlâ daha “al sat sat al” dalaverelerinde büyük meblağlarda paralara tahvil edilmelerini! NE var ki O dönemler aynı zamanda olağanüstüydü… Ölüm kalım savaşından çıkıyor ve özgürlükle egemenliğimizin dalgalanan bayrağı altında yeni bir devlet kuruyorduk… Pekala nedir o zaman sorun? DEVLET olmamıza karşın işte bu yeni vatanı ne rant ekonomisiyle arsa spekülasyonlarından ne de bu olumsuzluklara karşın bile “hadi eğri gemi doğru sefer” olsun niyetinde bile hukukun üstünlüğüyle sarıp sarmalamayı başaramadığımız! Yeni ve dürüst bir düzen yaratamadığımız! Nitekim *** DEPREM oldu geçti “gene olabilir” tedirginliği yaşamakta olsak da mesela “yıkıldı yıkılacak” denilen Mağusa’ki Laguna apartmanı sakinlerini hâlâ o çok katlı Rum’dan kalma binadan çıkarmak mümkün olmadı! Namık Kemal Lisesi öğrencilerini çadırlara taşıdık ama şimdi de binasının karşısına geçmiş seyrediyor, üstelik “çocuklarımız çadırlarda eğitime layık değiller” gibilerinden veli başkaldırılarının yarattığı tedirginliklerini yaşıyoruz… Kİ sorun sadece çıplak gözle bile görülebilen bu binaların eskimişlikleri değildir. “Asıl işlevi ile eğitim öğrenim yönünden nedirler nicedirler” de sorgulamalarına verebilecekleri cevaplardır! Kİ bir başka toplumsal deprem de sürekli aramıza katılan üçüncü uyruklulardır… Tanınmamış devletimizin üniversitelerini dünyanın her tarafından gelen binlerce öğrencilere açarken mezunlarının döndükleri ülkelerinde iş aş temin etmelerine karşılık bizim burada üniversitelerimizden mezun kendi gençlerimize “iş”in zerresini bile sağlayamadığımızın kör talihe bakın! Öte yandan: *** BİZ BU ÜLKEDE Rum toplumu ile biri “Hristiyan” diğeri “Müslüman” iki ayrı dinin insanları olduğumuz için kavga etmedik. Rum topraklarımızı gasp etmek, tümden adaya egemen olmak istediği için kavga ettik… Bu nedenle Kuzey Güney bölgeleri oluşumları rastlantı değildi. Ne Rum tarafı için ne bizim için! İki halkın da kendini ayni adada güvende hissedeceği fakat ayni zamanda “vatan” diyebilecekleri kendi “egemenlik alanlarını” doğru siyaset ve tutumlarda yaratmalarıydı. Eee PEKİ? Şimdilerde öylesi “ulusal mücadele” yıllarından geçip Kuzey’i “vatan” yaparken hangi akla hizmet ederek, bu kez de topraklarımızı “üçüncü ülke insanlarına” satıp onların bölgelerimizde “kantonlaşmalarına” cevaz verecek bir politika uyguluyoruz? Üstelik henüz siyasi yönden çözüme ulaşmamışken! Rum tarafı ile mahsuplaşmamışken… *** FAKAT EVET: Düşünceleri birbirlerine ulayarak kendimizi hırpalamış olsak da sonuçta bu adada toplumsal var oluşumuzun tarihi yürüyüşünü yapıyoruz. Dünyada yerimizi alma sancılanmalarında yeni Türk Devleti doğuşu ve oluşuna doğru! *** KISACA TAKILDIĞIM: Nedir “reform?” Öğrenciyken öğretirlerdi: “Yeniliktir, evrimdir” falan derlerdi… Tarihten örnekler okuturlar derslerde anlatırlardı. Sonra Devlet olduk. Daha iyi öğrendik, “reformların” ya da söylemi kulaklarda hoş seda bırakan “reformist” hareketlerin ne olduğunu? Son ispatını geçen gün bizzat kendi kuruluşunun bir reformist hareket olduğu “KKTC Hükümetinin” kararı ile öğrendik. Şöyle: KAÇ zamandır memleketi pahanın ve enflasyonun anaforunda döndüre çevire yurttaşlarının da başını döndürüp karıştırırken “zam üzerine zam, üzerine zam zam” bastıran Üstel hükümeti bu konuda yalnız kalmasının sorumluğu ile şampiyonluğunun ağırlığını artık daha fazla taşıyamadığından Belediyelere de tanıdığı yasak ve fakat yasal “zam bastırma hakkı” verdi! (Pazartesi görüşürüz.) VE onlar da ilk ve büyük icraatlarını suya yaptıkları zamla yerine getirdiler! Bu halk cefakâr ve fedakârdır. Bundan sonrası “zamlar sürprizlerini” de karşılayacak kadar kaderişinas hatırlı ve gönüllüdür… Devlete millete hayırlı olsun… Belediyeler elam zamlara devam!