Eğer ateşlerinin alevleri uzaklardakilerin  bedenlerini yakmaya başlamaz, yüzlerinin kızarmakta olduğunu  hissetmez ve insanlığın  sadece kendilerinden ibaret olmadığının idrakine varmazlarsa  az “ötelerinde” top patlasa ne işitirler ne  aldırırlar! Ta ki o o ateşlerin allafları kendilerini de yakana kadar!

 BU çok ilkel ve vicdansız tepki yozlaşmasını Yahudi’nin Gazze’deki katliamları karşısında sadece seyirci rolünde kalan kelli felli dünya ülkelerinin sözde “barışçı” dedikleri, aslında “bırakın “yapsınlar bırakın kessinler doğrasınlar yeter ki Filistinlileri yerle yeksan etsinler” tutumu ile sarmalı kancık politikalarında  görüyoruz!   

 Ki gayrı resmi açıklamalara göre Gazze savaşında 17 bin kişiyi aşkın insan öldü bunların yarıdan çoğu çocuk!

Ne VAR Kİ toprak kana doymuyor! Güney’deki komşumuzdan bilirim! Doğdum ölüyorum hâlâ değişmeyen tutumu ile    yeter ki kanlar akmaya devam esin de ne olursa olsun  tutumundadır!

                              ***

ELBETTE “komşumuzu” bu şekilde suçlayıcı ifadelerle “köşemin kenarı” yapmak istemezdim!  Adayı Kuzey Güney gerçeklerinde bundan sonra da kardeşçe paylaşmaya, söz konusu bölgelerimizi geliştirip yeşertip aydınlatmaya devam ederken “Yahudi” gibi davranmak da istemem!

  Ne Var Kİ Güney’deki komşumuz bizi yeni felaketlere sarmak peşinde koşuşturup elinde “politika” adına ne kadar madrabazlık varsa hepsini de sahaya sürmüş adanın bütününe hükümran olmak sevdasında debeleniyor!

 NİTEKİM SON marifetini daha ellerindeki Filistinli binlerce çocuğun kanlarını bile devam ettiği katliamlardan baş kaldırıp da silemeyen Yahudi’ye yaklaşmakta buluyor! Güney’de askeri tatbikatlarından birini bitirmeden ötekine başlıyorlar.  Hezeyan haline getirdiği Türkiye karşıtı siyasetlerde tepiniyor..

                                    ***

  ÇOĞU ZAMAN bir garabet haline getirilen Kıbrıs siyasi sorununu düşünürken ilk aklıma gelen büyük oranda Türk tarafına verdiği zararıdır!      Eğer Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının basiretli politikaları olmasaydı Kıbrıs çoktan yanar tutuşur kimsenin işine yaramayan kadavra haline gelirdi.. Neyse ki bugüne dek bir yandan Kıbrıs Türk liderliği öte yandan Ankara’nın temkinli ve barışçı tutumudur ki gerçekleşmesi gereken  Barış Harekâtının dışında büyük felaketlere varacak olaylar yaşanmadı..

 FAKAT yıllar ötesinden gelen  yargı silinmedi! Şöyle ki bir gün bu adada  henüz sonlanmamış hesaplaşma kaldığı yerden yeniden başlayabilir gerçeklerinde.                        Eğer Güney ile Yunanistan’ı yakından izlerseniz Hâlâ “megali idea” dedikleri Kıbrıs’ın bütününe sahiplik iddiasını nasıl sürdürdüklerini de görürsünüz hatta Türkiye’yi AB ve Amerika ile karşı karşıya getirecek politikalarda nasıl uluslararası ilişkileri ilmik ilmik ördüklerini de görürsünüz…Bu nedenle bu adada:

                        ***

 “ÇOK GÜÇLÜ OLMALIYIZ:” Dediğimiz yerde artık yaptıklarımızı da yıkmaya başlamayalım diyorum. Mesela DAÜ! Oluştuğunda TC’de  parmakla gösterilecek kadar az sayıda yüksek öğrenim kurumu vardı ve bunların arasında DAÜ parmakla gösterilecek kadar ileri düzeydeydi.. TC’nin zengin ve kalbur üstü öğrencileri arabaları ile geldilerdi. Kendilerine   “Misafir” anlamına gelen  “ZZ” plakaları verildiydi. En azından kısır ekonomimize harcadıkları paralarla can suyu akıtıyorlardı..

YILLAR sonra bu DAÜ’yü de batırdık!

                              ***

BİZZAT katıldığım bir seferberlikti. “Kooperatifleşiyorduk.” Rahmetlik İsmet Kotak sonraları Nazif Borman köy köy ziyaretlerde bulunup yeni Koop.lar roluşturuyorlardı.. Üretim Tüketim seferberliği yanı sıra Rumdan kalan 400 bini aşkın dönümlerce narenciye bahçesinin sahipleri olduktu..

Sonunda bu bahçeleri kuruttuk. Elde kalanlar da işte şurada!

 VE “harekâttan” sonra evler evler kaldıydı! Beğen beğendiğince.. Ya beleş!

 Şimdi konut sıkıntısı çekiyoruz kiralar aldı başını gidiyor..

Büyük Küçük Sanayi Tesisleri kaldıydı.. Hepsini tarumar ettik sonra ıkına sıkına yenileri oluşturduk ama mevcut olanakları heba ederek!

KISACA yeni bir vatan kurmaya hazır değildik. Ki yıllar sonra kendimize gelmeye başladığımızda da hatalarımıza devam ediyoruz.. Şöyle ki: Hadi buna da aşağıda takılayım:  

                              ***

 “KISACA TAKILDIĞIM: (ARAMIZADAKİ YABANCILAR)                                                         

  KKTC’nin  turizme yönelik yatırımları ile  ülke kalkınması gözetmek üzerinde gelişen  yeni “iamar iskân” ve “nüfus politikaları” oluşturmak tabi ki gerekliydi.. Aynen “üniversiteler” oluştururken de amacımız her halde dünya alemi yüksek öğrenimden geçirmek değildi ama DAÜ ile başlayan yatırım ve atılımlar “yüksek öğrenim kurumları turizmini” de yarattı..                            

 Yanı sıra yüksek öğrenimi basamak yaparak KKTC’ye postu serenler bir yandan da yeni bir “imar iskân olayı” yarattılardı!

 NİTEKİM   önceleri kimin için, niçin inşa edildikleri belli olmayan (mesela) Yeniiskele’deki  öbek öbek çok katlı binalar  dış ülkelerden adamıza gelip yerleşen “yabancıların” mekânları haline getirildiler!  

VAR MIYDI öyle bir politikamız? Mesela hangi seçim kampanyasında  hangi siyasi parti çıkıp da “seçilirsek size üçüncü ülkelerden gelenler için yeni bölgelerde yeni apartmanlar inşa edeceğiz” gibilerinden  vaatlerde bulunduydu?                      

“Ülkeyi yabancılar cenneti yapacağız” diyen mi vardı? Yahut “yaratacağımız gettolarla siyasi tanınmışlık sağlayacağız” diyen?

 FAKAT KKTC de işte böylesi bir yeni imar iskân olayı  da gerçekleşti hâlâ devam etmekte..                             ***

YABANCILAR   DEMİŞKEN: Kendi içimizde kendimizle bile barışık bir topum  olamamışken, nüfusumuzla yarışırcasına dıştan taşıma bir yabancı nüfusu şuraya buraya ne işleri güçleri ne de yapısallıklarına uygun olmayan yerlere konfeti saçar gibi dağıtıp yeni iskân alanları yaratırken amacımnızın ne olduğunu hâlâ çıkıp da açıklayan ne bir yetkili ne sorumlu kişi görmedik..

 MESELA İskele’de onca üçüncü ülke insanın ne işi var? Kaldı ki ne iş yaparlar sorusu ayrıca sorulmalı! Ki siftah bismillah okul istiyorlar, kendi dillerinde tedrisat istiyorlar!…  

  Komşumuzla henüz Kuzey’deki  bekamızı bile tayin edemeden   siyasi sorunun kamburunu sırtımızdan atamadan bölgemizi üçüncü ülkelere açmak belki siyaseten bir kazanımdır ama noktayı koymadan yazalım, sosyoekonomik yönden rizikolarını ne kadar karşılayabileceğimiz de şüpheli ve şaibelidir..