1980’li yıllarda, henüz çocukken, gençlik yıllarıma hazırlanırken, hatırlıyorum da hayvan üreticilerimiz Arap ülkelerine canlı hayvan satıyordu…
“Neden bu hatıralarımdan bahsediyorum ve benim için önemi ne?” diye soracak olursanız, hemen söyleyeyim.
Hayvancılıkla uğraşan bir ailenin çocuğuydum ve Araplara kuzu satarken, ben de babamla o süreci birlikte yaşardım ve bana çok eğlenceli gelirdi.
Köyden kuzuları kamyona yüklerdik ve önce sanayi bölgesine veya arpa ambarlarından birisine gidip, kantarda kamyonla birlikte kuzuları tartardık, sonra da limana vararak, görevi tamamlardık.
Kantarda önce kuyruk vardı, sıramızı beklerdik. O kadar erken giderdik ki hava henüz karanlıktı, kantarda sıramızı beklerken kahvaltı yapardık.
Hayvancılar sıra beklerken birbirleriyle şakalaşırdı… Benim gibi başka çocuklar da gelirdi babasıyla ya da diğer aile bireyleriyle, onlarla konuşurdum.
Kantarda görevli kamyona çıkar hayvanlara bakardı, öyle sıradan hayvanların bellerini tutar, arada birkaçının arka bacağını kaldırır bakardı, aralarında dişi hayvan olmasın, çünkü dişi hayvan satmak yasaktı.
O zaman duyduğuma göre hem Araplar dişi kuzu, koyun istemezdi, hem de hükümet hayvan popülasyonu etkilenmesin diye dişi hayvanların yurt dışına çıkmasına izin vermezdi.
Babamın bazı arkadaşları araya dişi hayvan da koyduklarını, karanlıkta zaten kimsenin göremeyeceğini söylüyordu övünerek, sanki de iyi bir şey yapmış gibi. Yani tinyozlukta da üstümüze yok…
Canlı hayvan ihracatı hem hayvan üreticisine iyi bir gelir hem de ülke ekonomisine önemli döviz girdisi sağlıyordu.
Bu anılarımı aklıma getiren şey; dün Gıda Örgütleri Platformu’nun basın toplantısında Kasaplar Birliği Başkanı Halil Akbıçak’ın “Bir zamanlar canlı hayvan ihracatı yaparken şu andaki durumumuza bakın” şeklindeki sözleriydi.
Akbıçak haklı, gerçekten de ne günlerden ne günlere geldik. Canlı hayvan ihraç eden KKTC’de bugün halk et yiyemeyecek duruma geldi.
Bir zamanlar canlı hayvan ihraç ederken, bugün hayvan sayısının azaldığından yakınılıyor… Hayvan sayısı azalıyor, et çok pahalı, vatandaş et yiyemez durumda…
Ne ilginçtir, Euro Türk Lirası karşısında sürekli yükselirken, Güney Kıbrıs’tan Euro ile et satın almak avantajlı, Kuzey Kıbrıs’taki et fiyatlarından daha ucuza geliyor.
Dövizin yüksekliği nedeniyle Rumlar akın akın Kuzey Kıbrıs’a geliyor, her şey onlar için avantajlı, et hariç. Güney Kıbrıs’a geçebilen KKTC vatandaşları ise oraya et satın almaya gidiyor. Bu arada et kaçakçılığı da önlenemeyerek devam ediyor.
Restorancılar Birliği, Süt İmalatçıları Birliği, Kasaplar Birliği ve Et Ürünleri İmalatçıları, ‘Gıda Örgütleri Platformu’nu kurdu ve basın toplantısı düzenledi, sıkıntıları sıraladı, gidişatın hiç de iyi olmadığını vurguladı.
Düşünebiliyor musunuz, et fiyatları bir yılda yüzde 310 artmış…
Bir kilo et, bir günlük asgari ücretten daha fazla bir rakama ulaşmış…
Kişi başına düşen et miktarı günlük bir adet köfteye denk geliyormuş…
2010’da kişi başı 23.5 kilo et tüketiliyorken, bugün kişi başına et tüketimi 10 kilonun altına düşmüş...
KKTC halkı, 2010’da AB seviyelerinde kırmızı et tüketirken, şimdilerde Hindistan halkından daha az et tüketiyormuşuz…
Bu arada basın toplantısında süt ve süt ürünleriyle ilgili de bilgi verildi.
Buna göre, Covid-19 salgınından önce bir asgari ücretle 1428 litre pastörize süt alınabiliyorken, bugünkü asgari ücretle 1000 litre süt satın almak mümkünmüş...
Yine Covid-19 salgınından önce bir asgari ücretle 148 kilo hellim satın alınabiliyorken, bugünkü asgari ücretle 59 kilo hellim alınabiliyormuş...
Aslında bunları rakamsal olarak belki bilmiyorduk ama yukardaki gerçekleri herkes biliyor, yaşıyor.
Hep daha kötüye gidiyoruz, çünkü plan yok, program yok, ilerisi için öngörü yok, politika yok, yaşanan sorunlara gerçekçi bakış yok, o gerçekler çerçevesinde sorunlara çare bulmak yok…
Et pahalı, ancak et pahalıyken hayvancı şikayetçi, kasap şikayetçi, restorancı şikayetçi, et ürünleri imalatçısı şikayetçi, vatandaş zaten hep şikayetçi ve mağdur.
Peki burada denklemi çözecek olan kim? Tabii ki hükümet… Ciddi tedbirler alınacak, popülizm yapılmayacak ve halka gerçekler bir tamam açıklanacak.
“Aman o sivil toplum örgütü tepki koymasın, eylem koymasın, aman diğeri ayaklanmasın” korkusuyla hareket edilmemeli. Gerçekler ortaya konulmalı ve halka da anlatılmalı, kapalı kapılar ardında değil.
Etin ucuzlatılması için gereken yapılmalı, ithalat gerekirse ithalat, başka bir şey gerekirse başka bir şey ama bunların da istismar edilmesine engel olarak.
‘Gıda Örgütleri Platformu’nun basın toplantısında da KKTC’de etin yüzde 80’inin Güney Kıbrıs’tan kaçak geldiği belirtildi.
Güneyden et kaçakçılığı olduğunu herkes biliyor, söylüyor, hatta ilgili bakan bile ama bir şey yapılamıyor. Olacak iş mi şimdi bu? Gerçekten kaçakçılık için mücadele edilmek isteniyorsa edilir ama bana göre o istek yok…
Ülkede yalnızca et ile süt veya et ürünleri ile süt ürünleri pahalı değil, hemen hemen her şey çok pahalı ama tarım ve hayvancılığın yaygın olduğu bu ülkede önemli tüketim ürünleri et ve sütün bu kadar pahalı olması gerçekten üzüntü verici.
Yıllar öncesinde bile halkımızın sofralarından eksik olmayan et ve hellime bugün erişmek neredeyse mümkün değil.
Tüm tarafların birbirini suçladığı bir ortamda en mağduru vatandaş ama hükümet edenler bunları sadece seyrediyor…
Hiçbir konuda politika üretemediğimiz gibi tarımla, hayvancılıkla, etle, sütle ilgili de bir politika geliştiremiyoruz, üstelik de hellim tescili ile Avrupa’ya hellim pazarlamaya da hazırlandığımız bugünlerde. Biz bu kafayla o işi de zora sokarız…
1980’li yıllarda Arap ülkelerine canlı hayvan ihraç ettiğimiz günlerden bugün geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Birçok alanda eskiyi özler olduk, halbuki bugün geçmişten çok daha iyisinin yapılması gerekiyor. Aksine her şey kötüye gidiyor... Tam bir iflas göstergesi…