Zaman zaman “Bu ülkede birçok şey hep geriye gidiyor” deniyor ya bence “geriye gidiyor” değil, “kötüye gidiyor” demek lazım, çünkü bize beğenmediğimiz eski günleri de arattılar.
Çok eski günlerde bile olmayan şeyler oluyor bugün…
Meslek hayatım boyunca birçok konuda eleştirdiğim siyasiler; rahmetli Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Üçüncü Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu için, “İleride onların zamanını bile arayacaksın” deselerdi inanmazdım…
Maalesef öyle oldu, yıllar geçti, çağ değişti, durumlar çok daha iyi olacak sandık ama olmadı, bize onları arattılar…
Mesela Rauf Denktaş, kendisine muhalefet eden gazetecilerden korkmazdı, kendisine soru sorulmasından çekinmezdi…
Özgüveni yüksekti, karşıya çekindiğini hissettirmezdi, sorulara kıvrak zekasıyla cevap verir, işin içinden sıyrılırdı ya cevabını espriye boğar ya da fırça atar gibi hatta fırça atmaktan beter bir üslupla cevap verirdi ama verirdi sonuçta…
Şimdi işler değişti, gazetecilerden korkuluyor, kendilerine muhalefet eden gazetecilerden çekiniliyor ve gazetecileri “istenen” ile “istenmeyen” diye ikiye ayırıyorlar.
Yasaklı gazeteciler bazı devlet kurumlarına giremiyor…
Devlet kurumları, makamları geçici olarak orada oturanların değil halkındır ama gelip geçici olanlar halktan kişileri yasaklı ilan edebiliyor.
Kendilerini eleştirenler “istenmeyen” oluyor…
“Gece gündüz beni eleştireni buraya neden sokayım?” anlayışı hâkim.
Kıbrıslı Türklerin o hoşgörü anlayışına da ters bunlar…
Hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, kendisini ne kadar eleştirirse eleştirsin kişiler yine bir araya gelebiliyor, muhabbet edebiliyor, yiyip içip eğlenebiliyor… Ya da öyleydi… Demek bu da bozuluyor…
Meslektaşımız Serhat İncirli’nin Cumhurbaşkanlığı Sarayında başına gelenler de bu ülkede birçok şeyin yanlış gittiğinin sadece bir göstergesi.
Basın toplantısına önceden akredite edilen meslektaşımız Serhat İncirli, yaklaşık 40 dakika beklediği Cumhurbaşkanlığından “orada olması yasak” diye dışarı çıkarıldı…
Bir gazetecinin cumhurbaşkanlığında bulunması neden yasak olsun ki?
Gazetecilere, oradaki kişilere zarar verecek, tehlikeli kişi muamelesi yapılması tek kelimeyle ayıptır ne basın özgürlüğüne ne de demokrasiye uygundur.
“Ha o beni sabah akşam eleştirecek ama ben onu içeri almayınca mı suçlu olacağım?” diye soracaklar şimdi.
Sabah akşam eleştirse de alacaksınız içeri, o saray sizin değil, siz orada ömür boyu kalmayacaksınız… Siz tüm vatandaşların cumhurbaşkanısınız, sizi eleştirenlerin de… Yalnızca sizi çok sevenlerin değil…
Akredite edeceksiniz, sonra da oraya gelince “Kim aldı bunu içeri” diyeceksiniz…
Daha sonra da açıklama yapıp, “sarı basın kartını göndermedi diye böyle oldu” gibi kamuoyunu yanıltıcı bilgi vereceksiniz.
Serhat İncirli yıllarca cumhurbaşkanının TV’sinde görev yaptı, onun sarı basın kartının bulunduğunu üstelik de “sürekli sarı basın kartı sahibi olduğunu” en iyi kendisi bilir.
Aslında bunu bilmeyen de yok, Mısır’daki sağır sultan bile duymuştur.
Serhat İncirli orada kime zarar verecekti? Terörist midir ki meslektaşımız?
Onca koruma çemberinde bile korkuyor musunuz?
Zaten sorulacak iki soru önceden ayarlanmıştı, soru sorma hakkının bile olmadığı bir basın toplantısında gazeteciden neden korkulur ki?
Serhat İncirli ile yıllarca birlikte çalıştım, o sert eleştirilerinin, dobra tarzının altında altın gibi yüreği vardır, yardımseverdir, duygusaldır, affedicidir… Kimseye bir zararı olmaz, olamaz… Zaten bunu ona bu yasağı koyanlar da biliyor ya acı olan da budur.
Lütfen vazgeçin artık bu yasaklardan, kara listelerden, istenmeyen adam belirlemelerden…
Korkmayın gazetecilerden, sivil toplum örgütü temsilcilerinden, muhalif kişiliklerden…
Eski köye yeni adet getirmeyin, kimseyi kategorileştirmeyin…
Fikirlerimiz, siyasi görüşlerimiz, tarzlarımız farklı olsa da hepimiz bu ülkenin çocuklarıyız, tartışırız, birbirimizi eleştiririz ama aynı masada yemek yiyebilir, içki içebiliriz, oyun havası çaldığında kalkıp birlikte göbek atabiliriz, düğünlerde çiftin mutluluğunu birlikte paylaşabilir, cenazelerde yan yana ağlayabiliriz, statta aynı takım için tezahürat yapabiliriz…
Bu özelliğimizi niye yitirelim? Hem makamlar da gelip geçicidir, hepimiz yine aynı noktada buluşmayacak mıyız? Bu yapılan etik de değil demokratik de değil kültürümüze uygun da değil. “Bu son olsun” diyorum, kimseye bir faydası yok…