“İyi” diyebileceğimiz güzel günler geçirmiyoruz! İnsanlar  panik içinde ve acılı.. Ne var ki bir haftadır adamın biri çıkmış “şimdi sıra Kıbrıs’ta” diye diye demeçler vermekte! Uzman mıymış neymiş!...

“İyi” diyebileceğimiz güzel günler geçirmiyoruz! İnsanlar  panik içinde ve acılı.. Ne var ki bir haftadır adamın biri çıkmış “şimdi sıra Kıbrıs’ta” diye diye demeçler vermekte! Uzman mıymış neymiş! Sanırsınız Allah tarafından görevlendirilmiş kıyamet günü habercisi  “Deccal!” Kimseler de “sen kimsin nereden nasıl bilebilirsin” demiyor! Neye dayanarak, adeta sevinçli müjde gibi durmadan, “şimdi de büyük bir deprem Kıbrıs’ta gerçekleşecek” diyen bu adamı sigaya çekmiyor, aksine insanlar birbirlerine “duydun mu şimdi sıra bizdeymiş” gibi felaket haberciliği yapıyor!. Üstelik medya da bu iddiayı manşetine çekiyor.. NEYSE ki bir haftayı geçti depremin kendisi değil ama arkasında bıraktığı büyük facianın haberleri ile medyada salınan ilgili fotoğrafları ve tabi ki acılar kaldı. Bir süre daha depremle yatıp kalkacağız. Ne var ki bir başka deprem devam edecek! “Trafik kazaları sonucunda  ölenler” depremi.. OLAY şudur: İnsan akıllı varlıktır. Bilir ki elini dümeninde, ayağını pedallarında tuttuğu dört tekerlekli saçtan ve camlardan imal edilmiş özel motoru olan, akaryakıtla hareket eden “araba” yada otomobil dedikleri süratli taşıt aracı, ancak insanlar tarafından kullanılır. VE İNSAN da bilir ki bu motorlu aracı kullanmak için sadece beceri değil, akıl ve mantık da gerekir.. Yani insan makineye egemen olurken nerede yavaşlayacağının nerede duracağının nerede süratleneceğinin kararını kendisi verir.. Tutun ki insanın makineye egemenliğidir. PEKİ KAZALAR? Ölümler? İşte sözünü ettiğimiz o “egemenlik” akıl tutulmasının söz konusu olduğu yerde kazalar da olur ölümler de… GENE  de çok iyiyiz. Çünkü bu memlekette yukarıda da yazdım, mesela adamın biri  çıkar “bu hafta deprem olacaktır” diye diye milleti korkulara salar ama kimseler “sus be adam” demeden birbirlerine  “duydun mu bizde de deprem olacakmış” diye panik üzerine panik bindirir, medya da manşetlerinden ayazlatır ki “ya tutar gerçekleşirse” kabilinden! LAFIN kısası bir süre daha depremi konuşacağız. Ve hep şunu temenni edeceğiz:                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 *** DENETİM VE GENE DENETİM: TC’deki son depremde de görüldü: Yıkılan binalar çürük çarıktı! Demirlerinden harçlarına kadar sahtekârlıkla yoğrulup bina edilmişlerdi. Kimilerinin çimentosu eksikti, kimi yapıların demirleri yetersiz ve kalitesizdi. Kısaca daha ucuza mal edilsinler diye harçlarından çalınmıştı. Bazılarının kolonları sonradan yıkılıp dükkân yapılmış,  kat kat yükselen binalar adeta boşlukta  bırakılmıştı! Kısaca para hırsı öne çıkarken, dürüstlük ve insanlık tepelenmişti.. YA BİZDE durum ne? Bilmiyoruz! Bildiğimiz insanlarımızın bu konularda titiz oldukları, neyse mühendisliğin inşaatın kuralları onlara uyduklarıdır.. Tabi eski yapılardan  değil, tutun ki 1974 sonrası Kuzey Kıbrıs’ın imar iskânından söz ediyoruz. Ve geliyoruz ezeli sorunumuza: *** GÜNEYDE Anastasiadis gitti yerine Hristodulidis geldi. Bazı gazeteci refiklerim bu Rum liderlerini çok iyi tanırlar. Nedirler nicedirler iyi bilirler.. Ben bilmiyorum. Ki Anastasiadis’in huyunu suyunu az biraz öğrenebilmek için müzakerelerin gerçekleşmesi gerektiydi, buna karşın gene de bildiğim viskisi ile uykusunu sevdiğiydi! BU şimdikini de geçen zaman zaman içinde öğreneceğiz..   Öğreneceğiz ve göreceğiz ki yok birbirlerinden farkları adlarından gayrı! Ve yine göreceğiz: Asıl sorun “kilisedir! Atina’dır! Megali İdea” hayaliyle yıkanmış beyinleridir. Ve asıl sorun “Sevmedikleri Türkler’dir!”                                                                                                                         ***   ORHAN ZİHNİ BİLGEHAN’I RAHMETLE ANIYORUM Ölümünden önce de hakkında “hakkını” vererek yazdıklarım olduydu.  İyi değil, çok iyi bir hukukçuydu. Nitekim ölümünden kısa süre önce yazdığı fakat “kitap” halinde bastırmayıp sayfa sayfa irice bir dosya gibi ve sadece eşe dosta özel kişilere imzalayıp verdiği hacimli bir “eserini” diyeyim imzalayıp bana da vermişti. Doğrusu okuyanları çarpan davalar, olaylar, mahkemeler gibi her halde bizde ilk kez yayımlanan bu kitabı hukuk camiasında bir ilkti ve “müthiş” kelimesi ile ifade edilecek kadar “ender” ayni zamanda hukuk dersi teşkil kadar da hukukiydi…                                                                        Bu konuda kendisi ile daha geçen yıl görüşmüş beni evine davet etmişti. Şahane bir öğle yemeği yemiştik. Eşi yıllar önce kendisinden önce ölmüştü, baba tarafımdan akrabamızdı.. EĞİTİM Bakanlığı döneminde bugün öğretmen camiasının hâlâ minnetle andığı haklarını Orhan Bilgehan yasalaştırmıştı.. Hem de tartışmasız ve hakcasına.. Rahmetlik Bilgehan’ın Ombudsmanlığı da vardır. İlk ombudsmandı. Teklif geldiğinde uzun süre konuyu tartıştığımızı hatırlarım. “Kabul edip etmeme konusunda tereddütleri vardı.. Sonunda kabul dedi ve kendini çok benimsemediği siyasetin göbeğinde buldu.. ŞUNU da ekleyim. Söz konusu hukuki davalarını anlatan dosyamsı eseri diyeceğim hacimli eseri adeta  vasiyetiydi.  “Ben öldükten sonra çocuklarım isterlerse kitaplaştırsınlar” diyordu. Doğrusu böylesi bir kitabın Hukuk camiasına kazandırılması, insanlar  tarafından okunması rahmetlinin ruhunu şad edecek en büyük “dua”  olacaktır..  Orhan Bilgehan’a Allah’tan rahmet ailesine başsağlığı dilerim..