1950’lerde rahmetlik dedem ölürken zaten miras diye bırakacağı bir varlığı yoktu, rahmetlik pederime Arap harfleriyle yazılı Türkçe okunmalı bir “Musaf”la (kuran’ı kerim,) “İngiliz kolonisi” olan adada sesi ile söylemi  yeni işitilmeye başlayan “Enosis” kelimesine sarılı “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını ön gören megali idea” makamlı Kıbrıs siyasi sorununu bıraktıydı…

   Kİ sonradan bizim peder de ölürken Allah rahmet eylesin arkasında bırakacağı bir toplu iğnesi bile yoktu, babasından kalma tek miras olan “Rumun Enosis” şarkılı Kıbrıs siyasi sorununu” bıraktıydı!

   … ZATEN ben de gittim giderim “tarihi ve ulvi” görevimin kaçınılmazlığında evladı ayana, değişmeyen tarihi ve siyasi teamülüne uygunluğunca (zaten başka bir varlığım da yoktur) Kıbrıs siyasi sorununa yönelik “hatıralarımı” bırakacağım!  

***

   BU İŞ ÇOK UZADI! Ne? Kıbrıs siyasi sorununun bizim için sürgit çözümsüzlüğü! Üstelik hikmeti de kendinden menkuldür Türkiye güçlendikçe “adadaki çözümsüzlük” de kronik bir hal almaya başladı! Mesela bundan beş on yıl önce müzakere masasında görüşülebilecek konular şimdi gündem bile olamayacak kadar eskidiler… Mesela “mal mübadelesi!”

   NE VAR ki uzayıp giden çözümsüzlüğün faturasını Rum tarafı değil Türk tarafı ödüyor. Siyasi yönden kilitlenen kaderini mesela büyük umutlar yakmış olan “Türkçe Konuşan Devletler” topluluğuna gözlemci üye olarak kabul edilmemiz de izale edemedi! Kaldı ki bizatihi Türk devletlerinin de sorunları boylarını çoktan aşmış durumda kaldı ki KKTC’ye himmet edecek siyasi güç ve iradeyi gösterebilsinler…

***

   BUNLARA KARŞIN: Bir dünya devleti gibi davranıyoruz. Üstelik bazı ülkelerle bünyemizde oluşturduğumuz bazı” müesseselerimizi” (üniversiteler, turizm üniteleri gibi) Dünyaya açacak ve karşılığını görecek bir “sektörel potansiyel” haline getirdik. Şöyle ki “tanınmış bir dünya devleti” değiliz ama tanınmışlığı çakan bazı ülkelerin Kuzey topraklarımızda (hatta satın aldıkları mülkleriyle) kalıcılıklarını yasallaştıran yeni bir topografik nüfus yapılanması oluşturduk! Kısaca ya konut yapıp satıyoruz ya da onlar kendi konutlarını inşa edecek olanakları yaratıyorlar…

   YANİ gitgide “beynelminelleşmişiz” örneklerini yazmaya bile gerek yok, içimizdeki “varlıklarıyla” zaten gözlerimizin önündeler! Ve gün günden de çoğalıyorlar! Ki bu üçüncü ülke aileleri neredeyse aramızdaki varlıklarıyla “birinci sonrası ikinci nesil” olacaklar…

***

   VE GİTGİDE DE Kuzey’de kozmopolit bir nüfus yapısallığına evriliyoruz. Bunda dış ülkelerden üniversitelerimize gelen öğrencilerin rollerinin de büyük olması gerekir!

   PEKİ SORUN NE?  Rum tarafını da saran ayni sorun! Turizm sektörü başlığı altında dünyaya açılır, üstelik bu açılımı “üniversiteler” gibi kültürel eğitim kurumları ile üst seviyelere çıkartırken toplumsal yapımızı bu özelliklerimizle geliştirip birbirlerine emiştiriyor muyuz; yoksa birbirlerinden uzak ve kopuk “oluşumlar” silsilesinde rastlantılara mı bırakıyoruz? Çünkü:

   ARTIK KKTC’de toplumsal değişim ve etkileşimlerimizle kendimizi kantara vurup tartmak zorundayız.

   Mesela “ne rastgele bir eğitim öğrenim” oluşumu ne de sadece daha çok turist beklentilerinde bir turizm seferberliği…  Önce kalite ve ciddiyetin başı çektiği kalkınma” diyebiliyor muyuz?

   İşte burada “keşke sihirli bir değneğin sahibi olabilseydik” diye düşünüyorum.  Değdirdiğimiz yerde “ol dedik mi olacağınca…”

   KISACA bir Bayram daha geçti… Önümüzde nice bayramlar var… Hepsi de daha aydınlık gelecekler temennilerinde geçti… “İnşallah daha aydınlık gelecekler” diyorum…