Hatırlanacağı gibi; UBP kurultayı öncesi toplanan asgari ücret komisyonu İşveren Sendikası tarafından veri eksikliği bahanesiyle veto edilirken hükûmet ve işçi tarafı enflasyon oranı kadar asgari ücretin artırılmasına karar vermişti. Bilahare işveren tarafı hiç artırılmaması için asgari ücrete itiraz etmiş ve bunun için düzenlediği basın toplantısında zımni olarak hükümeti tehdit etmişti.

İşverenlerin zımni tehdidini de fırsat bilen bazı malum çevreler, Başbakan ile işverenin anlaştığı ve Kurultaydan hem sonra asgari ücret artışının iptal edileceği algısını yaratmaya çalıştılar. Ancak, kurultay sonrası itirazı değerlendiren komisyon, beklenenin aksine Hükümet ve İşçi tarafı yine birlikte hareket ederek artış kararını değiştirmedi. Bu kararla Başbakanı çalışan düşmanı göstermeye çalışan algı operasyonu da fost çıkmış oldu. 

Aslında Komisyonun aldığı kararda değişiklik yapılmamasının temel nedenlerinin başında işveren tarafından ortaya atılan argümanların amatörce yapılması ve bu argümanları meşru zemine taşıyacak kanıta dayalı istatistiki veri ve bilimsel çalışmalarla desteklenmemesidir.

Öncelikle asgari ücret belirlemede kavramsal olarak denge ücretin belirlenmesi esastır. Şöyle ki, denge ücret çok düşük belirlenirse, asgari ücretler işçileri ve ailelerini aşırı düşük ücret veya yoksulluktan korumada çok az etkiye sahip olacaktır. Çok yüksek belirlenmesi durumunda ise asgari ücretlere uyulmayacak ve/veya olumsuz istihdam etkileri olacaktır. Bir yandan işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarını, diğer yandan ekonomik faktörleri hesaba katan dengeli ve kanıta dayalı bir yaklaşım gereklidir Kanıta dayalı yaklaşım için ise gerekli güncel ve güvenilir verileri derlemek için işveren şeffaf ve hesap verebilir şekilde katkı koymalıdırlar.  Kullanılan yaygın istatistiksel göstergeler arasında ücretlerin genel düzeyi ve dağılımı, yaşam maliyetindeki bölgeler arasındaki evrim ve farklılıklar, ayrıca ulusal veya sektörel işgücü verimliliği düzeyleri ve ekonomik büyüme oranları yer alır. Bu veriler ışığında; bilimsel olarak belirlenecek olan denge ücretin aşıldığını kanıta dayalı (bilimsel olarak)  işveren kesiminin tevsik etmesi  halinde  bugünün aksine profesyonelce davranmış  ve inandırıcılığı artmış olurdu.

İşveren kesiminin profesyonelce davranmadığı diğer bir husus, asgari ücret artışının doğrudan enflasyona neden olacağı yönündeki iddiasını bilimsel veri ve çalışmalarla desteklememesidir. Halbuki, geçtiğimiz aylarda  Kıbrıslı Türk bir Profesörün yaptığı çalışma asgari ücretin enflasyon üzerinde etkili olmadığını göstermektedir. Şöyle ki, asgari ücretin enflasyon üzerindeki etkisine ilişkin en güncel bilimsel veri Kıbrıslı Profesör Engin Kara’dan gelmiştir. Kara, Granger nedensellik testi sonucunda, asgari ücret artışlarının enflasyon artışını etkilediğine dair istatistiksel olarak anlamlı bir bulgu elde edememiştir (https://www.kibrispostasi.com/c50-EKONOMI/n535057-engin-kara-asgari-ucret-artisi-enflasyonu-etkilemiyor). Ayrıca, Türkiye’nin tanınmış ekonomi yazarlarından Mahfi Eğilmez, 2023 yılsonu ücretine göre yapılan yüzde 49 oranındaki artışın enflasyona olacak etkisini TCMB’nin 2023 III sayılı Enflasyon Raporundaki hesaplamadan giderek kabaca bulmaya çalışmıştır. Hesaplama 2023 yılının ikinci yarısı için yapılan asgari ücret artışı için yapılmış olup asgari ücrette her yüzde 1’lik artışın TÜFE üzerinde 0,07 oranında etki yapacağını göstermektedir. Bu oranın bu son artış için de geçerli olduğu varsayılırsa yüzde 49’luk asgari ücret artışının enflasyon üzerinde kısa dönemde yaklaşık yüzde 3,5’lik bir artışa neden olacağı görülmektedir. Yine aynı raporda uzun dönem etkisi için öngörülen 0,12’lik oran esas alınırsa uzun dönemde enflasyon oranındaki artışın yüzde 6’ya yaklaşacağı tahmininde bulunulabilir (https://www.mahfiegilmez.com/2023/12/asgari-ucret-ats-ve-enflasyona-etkisi.html).

Sonuç olarak; devletin yapısını ve kamu yönetimini zaman zaman acımasızca eleştiren işveren kesiminin asgari ücretin enflasyon üzerindeki etkisi ve denge asgari ücret konusundaki iddialarını istatistiki veri ve bilimsel çalışmalarla desteklememesi ülkemizdeki sermayenin profesyonel, idari ve kurumsal açıdan yapılanmasını fevkalade manidar hale sokmaktadır. Ayrıca, bahse konu algı operasyonunu bertaraf eden Başbakanı önemli bir sınav daha beklemektedir. Seçmenin büyük bir çoğunluğunu olumsuz etkileme potansiyeli olan hayat pahalılığı ödemelerinin budanması ve toplu iş sözleşmesini bir nevi ortadan kaldırmaya yönelik iddialar olguya dönüşürse arkasından darbe vurmak için fırsatını kollayan brütüslere gerek kalmadan Başbakan maalesef kendi kalemini kırmış olacaktır.