Bir ülke veya devlet için erişebilecek en yüksek mertebe hiç kuşkusuz egemen eşitlik ve tanınmadır. KKTC için ise anavatan Türkiye Cumhuriyeti her türlü baskıyı göğüslemeyi göze alarak BM Güvenlik Konseyinde KKTC’ye tanınma istemekte ve Türk Devletleri Teşkilatı’nda KKTC için kapı açmalarına yönelik her türlü motivasyondan çekinmemektedir. İşte bu çerçevede, geçtiğimiz Kasım ayı başında Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Kırgızistan’da gerçekleşen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları Konseyi 11'inci Zirvesi’nde konuşma yaptı.
Ancak, Türkiye Cumhuriyeti ile paralel KKTC liderliğinin yürüttüğü yeni siyasetimize yönelik AB ve ABD’nin tavrı düşünüldüğünde; bu yöndeki çabamızı artırarak yılmadan devam ettirmemiz gerektiği anlaşılmaktadır.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından yayınlanan 2024 Türkiye raporu değerlendirildiğinde; Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki her adımı neredeyse hatalı bulunmaktadır. Zinhar kabul etmediğimiz ve edemeyeceğimiz bahse konu değerlendirmeler AB ağzından aşağıdaki gibi tercüme edilebilir:
· Raporda, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımayı ve onunla işbirliği yapmayı reddetmekle beraber Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) de dahil olmak üzere çeşitli uluslararası örgütlere katılım için Kıbrıs Cumhuriyeti'nin başvurularını veto etmeye devam ettiği ifade edilmektedir.
· Raporda, Türkiye'nin Kıbrıs deniz bölgelerindeki askeri tatbikatları ile Türk insansız hava araçlarının Uçuş Bilgi Bölgesi'nde (FIR) ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ulusal hava sahasındaki uçuşları devam ettirdiği ve Geçitkale’deki askeri drone üssünü ve Boğaziçi'ndeki deniz üssünü geliştirerek bölgenin militarizasyonunu artırmaya sürdürdüğü iddia edilmektedir.
· Raporda, uluslararası kınamalara ve BM Güvenlik Konseyi 550 (1984) sayılı kararına rağmen Türkiye, Maraş'ın tüm çitle çevrili alanını açmak için yaptığı eylemleri devam ettirdiği ve BM Güvenlik Konseyi 789 (1992) sayılı kararını ihlal ettiği ileri sürülmektedir.
· Raporda, Türkiye, ilgili BM Güvenlik Konseyi Kararlarına aykırı olarak Kıbrıs'ta ısrarla 'iki devletli çözüm' savunuculuğu yaparak uluslararası alanda tanınmayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 2022’den beri Türk Devletleri Örgütü'nde (OTS) gözlemci olarak yer almasını sağladığından dolayı BM himayesinde çözüm görüşmelerinin yeniden başlatılmasına elverişli bir ortam yaratma çabalarına ciddi şekilde zarar verildiği savunulmaktadır.
· AB’ye göre; Müzakere Çerçeve Belgesi ve Konsey bildirilerinde vurgulandığı üzere; Türkiye'nin ilgili BM Güvenlik Konseyi Kararları ve AB'nin kuruluş ilkeleri ve AB müktesebatı doğrultusunda, tekrardan federal bir çözüm için kararlılığını beyan etmelidir.
· AB’ye göre; Türkiye, Maraş konusunda 20 Temmuz 2021'de açıklanan tek taraflı eylemleri ve Ekim 2020'den bu yana ilgili BM Güvenlik Konseyi Kararlarına aykırı atılan tüm adımları derhal geri almalıdır.
Kıbrıs sorununa ilişkin Annan Planı da dahil devamlı yapıcı davrananın tarafın Kıbrıs Türkleri olduğu ve federasyon sevdalısı Talat ve Akıncı zamanındaki görüşmelerin akamete uğramasının müsebbibinin siyasi eşitliğimizi dahi teslim etmeyen Rum yönetiminin olduğu açık ve net ortaya çıkmasına rağmen AB, Türkiye ve Kıbrıs Türküne karşı yukarıda anlaşılacağı gibi nesnel ve önyargısız davranmayı becerememekte ve çözüme hizmet etmeyen sergilediği tek taraflı tavrı sırıtmaktır. Özellikle, KKTC’nin 2022'den beri Türk Devletleri Örgütü'nde (OTS) gözlemci olarak yer almasının BM himayesinde çözüm görüşmelerinin yeniden başlatılmasına elverişli bir ortam yaratma çabalarına ciddi şekilde zarar vereceğini iddia ederken Güney Kıbrıs Rum Yönetimine Kıbrıs’ın tek meşru devleti gibi davranmaya devam eden ve bunu Türkiye’den dahi bekleyen AB, bu durumun Kıbrıs Rumlarının çözüme yönelik isteksiz olmalarına neden olabileceğini düşünmemeye kendilerini şartlandıracak kadar tarafsızlığını ve nesnelliğini yitirmiş durumdadır.
Öte yandan, Rum basınındaki manşetlerden takip edilebileceği gibi; Kıbrıs ABD’nin ve NATO’nun Üssü haline gelirken son zamanlarda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ABD arasında yakınlaşma söz konusudur.
Sonuç olarak, AB ve ABD’nin reel politika açısından duruşları değerlendirildiğinde; günümüz itibariyle yeni siyasetimizin başarı şansını olumsuz etkileyebilecek fevkalade önemli ve etkili dinamiklerle karşı karşıya olduğumuz inkâr edilemez.