Birçok kişi, “Cezaevi nakil aracından kaçan üç firariyi, polislerin neredeyse basın mensuplarıyla birlikte kovalamasının, bunların canlı yayınlarla anbean, dakika dakika yayınlanmasının” doğru olup olmadığını soruyor.
Bazı kişiler ilk kez polis ile gazetecilerin bu kadar yakın, bu kadar iç içe suçlu aradığını, koşuşturduğunu söylüyor ve buna pek normal bakamıyor.
Bazıları polisler görev yaparken peşlerinde koşan, onları canlı yayına çeken gazetecilerin durumunu yadırgadı…
Bazı kişiler, gazetecilerin kalabalık yarattığını, bazıları gazetecilerin polislerin dikkatini dağıttığını, bazıları ise elinde tabanca tutan polislerin istemeden de olsa gazetecilere zarar verebileceğini söylüyor.
Bunlar olumsuz değerlendirmeler… Biraz da olumlu değerlendirmelere bakalım.
Birçok kişi, polisin basın mensuplarına, gazetecilere gösterdiği hoşgörüyü, onların da görevini yapıyor oluşuna saygı göstermesini takdir etti.
Birçokları, polisin, gazeteciler yokmuşçasına görevini yapmış olmasını, görevine odaklanmasını ve firari kovalama operasyonunun başarıyla sonuçlanmasını, olumlu, anlamlı buldu.
Bana göre, zaman zaman karşı karşıya gelseler de polislerle gazetecilerin aslında düşman olmadığı ve benzer zor bir görev yaptığının adeta bir göstergesi gibiydi, birlikte çalışmak.
Basın dünyası, polisin bu hoşgörülü tavrından müteşekkir, birçok vatandaşımız da olayı canlı yayınlardan takip ettiği için memnun…
Kuşkusuz polisin her görevi, her operasyonu, her suçlu arama işi bu kadar basına açık olmaz.
Bu firari kovalama işinde de basının onlara engel teşkil edeceğini düşünseler herhalde bu kadar yakınlarına gazeteci sokulmasına izin vermezlerdi.
Zaman zaman tartışsalar da aslında polisler ile gazeteciler birbirlerine bir şekilde muhtaç olduğunun farkındadır.
Daha çok gazeteciler polislere muhtaç gibi görünse de başarılı operasyonlarını, çalışmalarını, bazen de uğradıkları haksızlıklarını, hak arayışlarını yansıtması açısından gazetecilerin de rolü önemlidir onlar için…
Ben gazeteciler ile polislerin benzer zor işler yaptıkları için birbirlerini anlayabileceğini ve birbirlerine düşman olmamaları gerektiğini düşünüyorum.
Ancak yine de ne polislerin gazetecilere ne de gazetecilerin polislere teslim olmasına, birbirlerinin açıklarını kapatmasına ve her şartta birbirlerini korumasına hiçbir zaman sıcak bakmadım. Dostça çalışmalarını ama aralarında hep bir mesafe olması gerektiğini düşünüyorum.
Polis ile gazetecinin sıkı dostluğunun, birbirinin açığını kapatma, hatasını görmeme boyutuna ulaşmasına karşıyım. Bu nedenle çalıştığım kurumlarda zaman zaman polis ve mahkeme muhabirleri kendilerini anlamadığımı, polisle ilişkilerini bozabileceğimi düşünmüştür.
Ancak ben hep “ilişkilerinizi iyi tutun ama iş için olsun bu durum, kişiselleştirmeyin. Dostluğunuz polisin yanlışlarını görmenizi engellemesin” dedim.
Ben bir gazetecinin ne polise ne yargıca ne siyasiye ne işadamına ne de başka bir kesime gebe kalmasını hiç hoş karşılamam.
Birileri gazeteciye kişisel kıyak yaparsa ya da hatalarını örterse o gazeteci kendi ayağına kurşun sıkmış demektir. Bu hiç olmaması gereken bir şeydir. Gebe kaldığın kesimin yanlışlarını, hatalarını, yolsuzluklarını nasıl yazacaksın?
Üstelik dünyaya akıl veren biz gazeteciler, iş bize gelince mesela trafik cezamızı sildirirsek ya da bize trafik cezası yazmaya kalkışan polis memuruna, amirlerini tanıdığımızı söyler hatta onlara telefon eder ve görevdeki polisin kulağına verirsek, sözde o bilge halimize ters düşmüş olmaz mıyız? O işini yaptırmadığımız polis bizi ekranda gördüğünde, “Bunun söylediğine ne bakarsınız, geçen gün torpil kullanıp trafik cezasını yazdırmadı” demez mi? Arkamızdan küfretmez mi? Küfreder tabii ki ve ederse de haksız değil…
Yani görev anlamında polis- gazeteci işbirliğine evet ama birbirinin zaaflarını görmeyecek ya da görmezden gelecek kadar sıkı fıkı olmalarına hayır…
Şimdi baştaki konumuza geri dönelim… Biz gazeteciler, polisin firari ararken, kovalarken gazetecilere engel çıkarmamasına, bunları dakika dakika canlı yayınlamamıza izin vermesine teşekkür ederiz, memnunuz…
Bizim de iki arkadaşımız orada görev yapıyordu ve doğrusu elinde tabanca tutan polislerin yanında koşuşturmalarından endişe etmedim değil ama bizim işimiz de en az polisinki kadar tehlikeli işte…
Ancak burada başka bir şeye değineceğim; mesele şu ki gazetecilik artık değişti, geleneksel kağıda basılı gazetelerin ertesi gün haber vermesini kimse bekleyemiyor.
Hatta bırakın ertesi günü, dakikalara tahammül yok… Dijital gazetecilikte haberi anlık takip etmek istiyor insanlar artık… Yoğun olarak takip de ediyorlar…
Nerede olay, nerede hareket, nerede haber varsa canlı yayınlar, bağlantılarla adeta orada olmak istiyorlar. Siz yapamıyorsanız hemen sizi terk ediyor, rakibinizi takip ediyorlar…
Ya canlı yayınlar ya da anlık videolarla takip ediliyor artık olaylar. Zamana ya da zamane gazeteciliğine ayak uyduramayanların şansı yok. Maalesef böyle…
O nedenle o firari olayında polisler ile gazetecilerin yan yana görev yapması ve oradan birçok meslektaşımızın canlı yayınlar yapması, ya da anlık videolar paylaşması son derece doğaldır. Zamane gazeteciliğinde olması gereken budur.
Tabii ki bu süratle, anında olayları vermekle doğal olarak haberler erken tüketiliyor, yenisine odaklanılıyor. Mesela firari olayından önce günün çok erken saatlerinde dört kişinin yaşamını yitirdiği bir trafik kazası meydana gelmişti. Bu büyük ve infial yaratan olay bile öğle saatlerine doğru tüketilmiş, sonrasında herkes firari olayına odaklanmıştı.
Birçok şeyde olduğu gibi haberin de erken tüketilmesinden pek memnun olduğumu söyleyemem ama yapacak bir şey yok ya zamanın ruhuna uyacaksın ya da bırakacaksın, şartlar size bunu dayatıyor. Ya değişeceksin, zamanı yakalayacaksın ya da emekli olacaksın, emekli yaşında değilsen başka iş yapacaksın…
Yani değişen gazeteciliğe herkesin ayak uydurması şart… Polisin durup da gazetecilerle didişeceğine, mümkün olduğunca onlarla yakın çalışması en güzelidir. Tabii ki gazeteciler de anlayışlı olmalı, polisin işini aksatmamalı ki yakın çalışma istemeye yüzü olsun…