Genelde sanatın özelde ise şiirin varoluşu üzerine düşünüldüğünde üzerinde durulması gereken en önemli nokta ortada bir başkaldırının oluşudur.
Sanat ve şiir varoluşu gereği kabullenilmiş tüm kurallara eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Bir sanat olarak şiir hem ölçünlü dildeki kurallara hem de nesnel gerçekliğe karşı çıkan bir duruş sergilemektedir.
Şiiri diğer edebî türlerden ve konuşma dilinden ayıran şey de işte bu antiotoriter yaklaşımıdır. Edebiyatın ne’liği noktasında çeşitli görüşler ortaya atılsa da kanımca edebiyatın en önemli özelliği yenilik içerisinde olmasıdır. Bu yeniliğin oluşturulabilmesi için de var olan düzenin inkar edilmesi ve eskimesi gerekmektedir.
Dünya edebiyatına bakıldığında Dadaizm ve Sürrealizm gibi akımların estetiğin de dışına çıkarak çağın sorunlarına da uygun olarak adımlar attığı görülmektedir. Dadaizm akımı, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın şiire yansıması olarak düşünülebilir.
Savaşın, insanların hayatını kaybetmesinin, binlerce kişinin ağır şekilde yaralanmasının yarattığı anlamsızlık, şiirin de anlamsızlığı yansıtmasını beraberinde getirmiştir. Öyle ki Dadaizm akımında geleneksel estetik ve kültürel normlara karşı çıkılmış, bilincin yarattığı kaotik yaşam göz önünde bulundurularak bilinçli olgular da reddedilmiştir. Dada kelimesi bile bilinçli bir eylemin sonucunda değil bir rastgeleliğin sonucu doğmuştur. Dadaizmin felsefesi anlamsızlığın anlamıdır.
Benzer yaklaşım Sürrealizm akımında da karşımıza çıkmaktadır. Bu akımda da bilinç sorgulanmış ve böylece bilinçdışına, rüyalara, fantastik imgelere eğilim gösterilmiştir. Sürrealizm akımında dikkat çeken unsurlardan birisi de otomatizmdir. Otomatik yazma tekniğinde sanatçı önüne bir boş kağıt almakta ve hiçbir şey düşünmeden bir şeyler yazmaktadır.
Bilinçsizce yazılan şeylerin doğurduğu ürün bir sanat eseri olarak değerlendirilmektedir. Öte yandan kolaj tekniği de bu açıdan hatırlanabilir. Sürrealizme göre bir gazetedeki farklı haberlerin başlıklarının alt alta sıralanmasıyla oluşan metin de bir edebî üründür.
Türk(çe) edebiyatındaki duruma bakıldığında da yeniliklerin mevcut estetik normlara karşı çıkılarak oluştuğu görülmektedir. Tanzimat Dönemi’yle birlikte Batılılaşmaya ve yenileşmeye başlayan Türk(çe) edebiyatında Divan şiirinin geleneksel kurallarına karşı çıkılmıştır.
Daha yakın dönemlere bakıldığında ise Garip akımı da şiirin halktan kopuk olduğunu eleştirerek ölçü, vezin, diğer sanat disiplinlerinin şiirde yer alması, kelimeci anlayış ve imgeli söyleyiş gibi unsurlara karşı çıkmış ve halkı halka halkça anlatan bir şiir ortaya çıkarmıştır. Garip akımına Hisarcılardan sonra karşı çıkan İkinci Yeni hâreketi ise Garip’in savunduğu tüm anlayışı yok sayarak imgeli, kapalı bir şiir dilini benimsemiş, toplumdaki yalnız insanı odağına almış, anlamı değil hisleri ön planda tutmuştur.
Edebiyat dünyasındaki bu gelişmelere bakıldığında yeniliğin kurallara başkaldırılması sonucu varoluşunu gerçekleştirdiği dikkat çekmektedir.
Ölçünlü dile başkaldırı
Şiirin diğer edebî türlere göre daha az okunmasının altında yatan nedenlerden birisi onun alışılmış dilsel kurallara karşı çıkmasıdır. Roman ve öykü gibi anlatılarda, makale, deneme gibi türlerde ve konuşma dilinde dil bir araç olarak kullanılmaktadır.
Bu türlerde dilin amacı belli bir düşünceyi karşıdaki kişiye aktarmaktır. Şiirde ise dil araç değil amaç durumundadır. Şairin amacı ölçünlü dilin dışına çıkarak yeni bir dil oluşturmak ve böylelikle nesnel gerçekliği yerle bir etmektir.
İkinci Yeni hareketinin önemli isimlerinden birisi olan Cemal Süreya, dilin şiir açısından önemini şu şekilde vurgulamaktadır:
“Şiirde de azalan verimler kanunu var. Dil bir açıdan işlendikçe o alanda elde edilen verimler bir noktadan sonra azalmaya başlıyor. Bu, bir bunalıma yol açıyor. Bunalımlar da yeni şiir alanları, yeni açılar bulunmasıyla sona erer hep.”
Yukarıdaki ifadelerde de görüldüğü gibi şiir mevcut dile de karşı çıkarak yeni bir şiir dilinin oluşması doğrultusunda hareket etmektedir.
Özellikle İkinci Yeni şairleri dil üzerinde çeşitli arayışlar içerisine girmiş ve böylelikle dilsel sapma, alışılmadık bağdaştırma ve sözdizimine karşı çıkma gibi eylemlerde bulunmuştur.
Cemal Süreya’nın kitabına da adını veren “üvercinka” kelimesi dilsel sapma yoluyla oluşturulmuştur. Dilsel sapma noktasında “Yürüyüşün yağmurluyor sokağımdaki çölü”, “iğnemsi bakışların” gibi dizelerde yağmurlamak ile iğnemsi kelimeleri de dilsel sapmaya örnektir.
Ölçünlü dilde “Bu akşam yağmurun altında gezeceğim” gibi bir cümle söz konusuyken, sözdizimini reddeden bir şair “Akşam / gezmek bir yağmurun altında / kanayarak” gibi dizelerle dilsel kurallara karşı çıkabilmektedir.
“Soğuk hava”, “Sıcak ekmek”, “ince giysi” gibi ifadeler alışılmış bağdaştırmaların kapsamına girerken “soğuk geçmiş”, “sıcak dil”, “ince gece” gibi ifadeler ise alışılmadık bağdaştırmaya örnektir.
Tüm bu unsurlara bakıldığında genelde edebiyatın, özelde ise şiirin belli bir gelişim gösterebilmesi için var olan kurallara karşı başkaldırdığı söylenebilir.