Şair-Yazar-Editör Fatoş Avcısoyu Ruso’nun “Otları Yalnız Sevmenin Gürültüsü” başlığını taşıyan ikinci şiir kitabı, ekolojik bir bakış açısının şiirle sentezlendiği bir dosya olarak karşımıza çıkmaktadır. Şair, kitabın isminden de anlaşılacağı gibi doğayla bütünleşmenin, hatta doğanın bir parçası değil kendisi olmanın bir sonucu olarak eylemde bulunmaktadır.

   Şairin 2015 yılında yayımlanan Büyü isimli şiir kitabında sosyal yaşantı içerisinde deneyimlenen olay ile durumların ve kadının bu deneyim içerisindeki konumunun etkili olduğu görülürken; Otları Yalnız Sevmenin Gürültüsü’nde ise kadın öznenin doğa içerisindeki yaşadığı deneyimlerinin ön planda olduğu söylenebilir.

   Nitekim Büyü’nün “Yalnız” isimli ilk bölümünde “kalabalıklardan kaçan / yalnız bir kadındır / şiir” dizeleri yer alırken, Otları Yalnız Sevmenin Gürültüsü’nün ilk sayfalarında ise “aklım, kurumayı bilen ağaçlardan / ödünç / sığmıyor hiçbir yüze” dizeleri kendini göstermektedir. Sadece bu dizeler üzerinden bir değerlendirme yapıldığında şairin insan ilişkilerinden, doğayla ilişkiye evrildiğinin söylenebileceğini düşünüyorum.

   Otları Yalnız Sevmenin Gürültüsü, mesaj ileten bir anlamdan çok bireyin yeni anlamlar üretebileceği bir şiir dilini barındırmaktadır. Fatoş Avcısoyu Ruso, TEK Genç Edebiyat ve Sanat Dergisi’nde kendisiyle gerçekleştirdiğim söyleşide dilinin kapalılığı noktasında şu ifadeleri kullanmıştı:

   “… yaşadığımız dünya bu kadar anlaşılmazken, yazdığım şiir neden kendini açıklasın? Bilakis imgesel dünyasını geçirgen yapmasın ki, okurun kendi imgesel dünyası ve dili olduğuna onu ikna edebilsin. Şiirin işlevselliği tam da bu noktada başlıyor bence!”

   Bu nedenle  bu yazımda Fatoş Avcısoyu Ruso’nun Otları Yalnız Sevmenin Gürültüsü kitabını doğayla ilişkisi bağlamında  “sezgiye dayalı” bir yaklaşımla incelemeye çalışacağım.

“Ötede Duran”: Doğayla bütünleşmek / doğaya dönüşmek

 

   Çevre felaketlerinin yaşandığı, iklim değişikliğinin kendini hissettirdiği ve gezegenimizin kan kaybettiği bu dönemde çevreye yönelik girişimler ekoeleştiri / ekoşiir kuramı bağlamında kendini göstermektedir.

    Doğadan uzaklaşan, onun bir parçası olduğunu unutan ve doğa karşısında bir düşman olarak beliren insan, dünyaya da yabancılaşmış durumdadır.

      Otları Yalnız Sevmenin Gürültüsü’nde insanın doğayla bütünleşmesi, doğadan ibaret olması ve tüm deneyimlerini doğayla ifade etmesi söz konusudur.

   Kitabın ilk sayfalarındaki yukarıda da verilen “aklım, kurumayı bilen ağaçlardan / ödünç / sığmıyor hiçbir yüze” dizeleri şairin bir insan olarak doğadan ibaret olduğunu düşündürmektedir. Şairin aklının kurumayı bilen ağaçlardan ödünç olması, tüm değerlendirmelerini doğa üzerinden yapacağı anlamını da taşımaktadır.

    Kurumayı bilen ağaçlar, yok oluşu ve yeniden doğuşu da bilmektedir. Sürekli bir değişim halinde olan ağaçlar şairin bilincini de oluşturur. Bu nedenle şairin aklı da varlığı, yokluğu ve değişimi içerdiğinden hiçbir yüze sığmamaktadır.

   Akıl ile doğa arasındaki ilişkinin bir diğer örneği “Düşkünlük Halleri” şiirinde geçmektedir. “aklım az ötede ahşaba düşen ardıçkuşu / bilmem kaçıncı katı rüya aşrı otların” dizeleri yine şairin aklını doğayla bütünleştirmesi olarak düşünülebilir.

   Bu noktada Descartes’ın “Düşünüyorum o halde varım” söylemini hatırlayacak olursak insanın düşünebilme, akıl yürütebilme, başka bir deyişle akla sahip olma özelliklerinden dolayı var olduğu üzerinde durulabilir. Ruso’nun aklının da doğayla ilişki içerisinde olması, ekolojik bir varoluş sürecini yaşantı olarak kendini göstermesi şeklinde değerlendirilebileceği kanısındayım

   Kitabın ilk bölümü olan “Ötede Duran” içerisindeki şiirlerde bireysel olay ve durumların ekolojik bir şiir diliyle kurgulandığı görülmektedir.

“iki beden arasındaki boşlukta

gülümsüyor kır çiçekleri

hastalıklı ve ağır

 

   Sıkıntı isimli şiirden alınan yukarıdaki dizelere bakıldığında şairin yaşadığı iç çatışmaları kır çiçekleri üzerinden ele aldığı görülmektedir. İki beden arasındaki boşluk, mesafeyi, uzaklığı ve hatta yalnızlığı çağrıştırmaktadır.

   İki bedenin birleşmesi gerçekleşemezken, aradaki boşlukta ise hastalıklı ve ağır kır çiçekleri gülümsemektedir. Başka bir deyişle şairin iki beden arasındaki imkansızlığı “hastalıklı ve ağır kır çiçekleriyle” ifade etmesi, yaşadığı iç çatışmaları doğaya yönelerek anlatması şeklinde düşünülebilir.

       Otları Yalnız Sevmenin Gürültüsü’nde yer alan bazı şiirler bir yolculuk kavramını da çağrıştırmaktadır. Bu yolculuk hem şairin kaçış isteği hem de şiirlerindeki serüven olarak düşünülebilir.

 “I.

 

meme uçlarımda

yanlış okunmuş öpmeler

deliliğin göllerinden geçerim

 

yolunu kaybeder balzamin

 

telaşlanır şehir

kediler köpekler telaşlanır

 

II.

uykuya dalarım

aydınlık yataklarında gölün

 

gidilmeyen çarşılarda

satışa çıkardığım giysiler gelir”

   Kitaptaki “Göl” başlığını taşıyan şiirden alınan bu dizelere bakıldığında şairin bir yolculuk içerisinde olduğu görülmektedir. Şair, bir kadın özne olarak deliliğin göllerinden geçmektedir. Bu göldeki yolculuk şehrin ve kediler ile köpeklerin telaşlanmasına da neden olur.

   Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre delilik “Aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun” şeklinde tanımlanmaktadır. Şiirdeki kavramlar ve sözcükler her ne kadar şairin felsefi bakış açısına göre bir anlam üretiyor olsa da TDK’nin söz konusu tanımı üzerinden bir yoruma gidildiğinde şairin bilincin/aklın hakim olduğu sistemin yarattığı baskılar ve tahriplerden deliliğin göllerinden geçerek uzaklaşmaya çalıştığı ve söz konusu sistemin bunu anlamlandıracak bir donanıma sahip olmadığı söylenebilir.

    Ekoeleştiri kuramı içerisinde yer alan “Ekofeminizm”e göre de doğada meydana gelen tahribatların nedeni ataerkil sistemin kadın üzerinde kurduğu baskı kültürüdür. Doğanın baskıdan kurtulabilmesi için kadın üzerindeki baskının ortadan kalkması gerekmektedir.

    Bu nedenle şairin deliliğin göllerinden geçmesi yani akıldan uzaklaşması aslında doğaya ve kadına verilen zararın kaynağı olan kültürden uzaklaşması olarak da düşünülebilir. Şair, mevcut akıldan uzaklaşarak ekolojik bir akla ulaşmaktadır.

   Şair deliliğin göllerinde yürüdükçe farklı yaşantılar içerisine girmektedir, öyle ki gölün aydınlık yataklarında uykuya dalmaktadır. Buraya kadar şairin içsel bir yolculuk içerisinde olduğu yorumu yapılsa da ilerleyen dizelerde şairin geçmişinin de kendisiyle birlikte geldiği söylenebilir. Başka bir deyişle, şiir de yürüdükçe değişim göstermektedir.

   Bunu daha anlaşılır bir dille anlatacak olursak “gidilmeyen çarşılarda / satışa çıkardığım giysiler gelir” dizeleri, şairin 2015’te çıkan Büyü isimli kitabında yer alan Kül şiirindeki “hiç gidilmeyen/ pazarlarda / satışa çıkar giysilerim” dizeleriyle bağlantılıdır.

   Kitapta “yolculuk” izlenimini veren bir diğer şiir ise “Mayıs” başlığını taşımaktadır.

“bavula sığma provası yaptırıyorum

ayaklarıma

katlandıkları yerden görünüyor

kiraz ağaçları, atlar, balıklar”

  Mayıs şiirinde geçen bu dizelerde şairin ayaklarına bavula sığma provası yaptırması, bir yolculuğa çıkma

düşüncesi içerisinde olduğunu da düşündürmektedir. Burada dikkat çeken bir diğer nokta şairin doğaya

dönüşmesidir. Şair bavula ayaklarını sığdırmaya çalışırken, katlandıkları yerden kiraz ağaçları, atlar, balıklar

görülmektedir. Bu durum şairin varlığının doğadaki canlıların varlığıyla özdeşlik kurması olarak

değerlendirilebilir.

   Kitabın “Kanat Açıklığında” başlığını taşıyan bölümünde kuşları merkeze alan şiirler karşımıza çıkmaktadır. Şair, kuşların kanat seslerini imgesel bir müziğe dönüştürmüştür. Nitekim şair bu bölümde yaşlılığı, bedeni üzerindeki iradesini, doğa bilincine sahip çocukların özlemini, aşkın sona ermesini ve bunun gibi birçok unsuru kuşlar üzerinden ele almaktadır.

   Özellikle “Göğe Sığamayan” şiirinde ekolojik bir yaklaşımın, doğa bilincinin ve doğa bilincine sahip yeni nesillerin özleminin yer aldığı görülmektedir:

“ölü kuşlarla aynı odada uyuduğumu

anlatmadım kimseye

ardıç ektim, orman düşleyen

çocukları bekledim”

 

Yukarıdaki dizelere bakıldığında şairin ilk bölümde şairin ölü kuşlarla aynı odada uyumasının yarattığı gerilimin okurda bir merak uyandırdığı söylenebilir. Doğa canlıları olan kuşların ölmesi  ve şairin o ölü kuşlarla aynı odada uyuması doğanın kan kaybetmesinin şair üzerindeki etkisi olarak düşünülebilir.

   Şair, şiirin ilerleyen dizelerinde ise ardıç ektiğini ve orman düşleyen çocukları beklediğini dile getirerek, doğa bilincine sahip yeni bir neslin özlemini içerisinde taşıdığını vurgulamaktadır.