Rahmetlik İsmet Kotak’ı elbette unutmuş değilim. Tam aksine çoğu zamanlar günlük hayatımın rutin akışları içinde bazen onu tek bir kelimenin yarattığı çağrışımla bile hatırlayıp anarım. Çünkü rahmetlik Kotak’la aynı zamanda uzun yıllar sürecek bir hukukumuz vardı.

GEÇEN GÜN 12. ölüm yıldönümüydü. Layık olduğunca devlet kademesinde törenler yapıldı, bir kez daha rahmetle anıldı.

BU vesile ile ve biraz geç de olsa “hasbelkader”  ben de bazı anılarımı tazelerken, “ölenler adları anıldıkça yaşamaya devam ederler” inancımla bugün Kotak’tan söz edeceğim…            

***

YAŞCA benden biraz büyüktü. Ailesi Mağusa surlar içinde eskiden “çarşı meydanı” dediğimiz Lala Mustafa Paşa Camii’ni de içine alan Namık Kemal Meydanının hemen yanındaki bir mahallede ikamet ediyordu.., Bizler ise Mağusa kapısı girişindeki Akkule mahallesinde kalıyorduk.

KISACA kentler büyük de olsalar küçük de olsalar “mahalle ve mahalleli mefhumları” hiç değişmediğince Mağusa “surlar içi” gibilerinden avuç içi kadar bir kasabanın yerleşim yerleri bile ayrı gayrı adlarla belirtiliyordu.

Dolayısıyla Kotak’ı çocukluğumda değil, lise ve üniversite yıllarında tanıdım. Yakınlaşmamız da o yıllarda oldu.

Ancak iki tanıdık arkadaş olarak değil. Birbirlerine yabancı, üstelik ayrı mahallelerin çocukları olarak.

NE VAR Kİ o meşum yıllarda yani 1963’ün tarihe “kanlı Noel” olarak kazınmış Rum milis ve askerlerinin Türk halkına saldırmalarıyla başlayan dönemde, artık Türk halkı için doğup büyüdüğü, yetişip dürüdüğü yerler köyler kentler değil; tümden “vatanı” bildiği adası Kıbrıs’ın bekası önemliydi. Ya Rum EOKA’cı ve faşistleri ile savaşarak doğup büyüdüğü topraklarını korurken aynı zamanda özgürlük ve egemenliğini de koruyacaktı ya da “esir Türkler” olarak tarihin sayfalarında yok olup gidecekti.

***

İŞTE rahmetlik Kotak’la bu tarihi varoluş günlerinde yakınlaştıktı. Aslında birbirimizi uzaktan hep izliyorduk.  Kotak kendi arkadaşlarıyla bizse ayrı bir grup kendi arkadaşlarımızla örgütlenmiştik. Yaz tatillerinde piyesler sahneler, müsameremsi faaliyetlerde bulunurduk.

NE var ki Rum saldırıları bizi birleştirip kenetlenmemize neden olurken, İsmet Kotak’ı daha iyi tanıdım. Ki o yıllarda birilerine “vatanperver” diyebilmek kolay değildi. Kan tere batmadan, “topluma emeğinin terini akıtmadan” ne milliyetçi olunurdu ne de vatanperverlik.

KOTAK’la böylesi bir toplumsal yapılaşmanın söz konusu olduğu bizim aynı zamanda “o meşum yıllar” dediğimiz Rum’un tarihe “Kanlı Noel” olarak kazırken Türk kanı dökmeye başladığı o yıllarda yakınlaştık ki önce “Haberler Merkezini” ardından da “Canbulat Radyo’sunu” kurduktu.

Lefkoşa’da ise aynı zaman diliminde “Bayrak radyosu” yeni kurulmuştu. Fakat İsmet Kotak öyle bir “yayıncılık” hatta “radyoculuk” mucizesi yaratmıştı ki kurduğumuz “Haberler Merkezi” Bayrak’ın veremediği haberleri verebiliyor çoğu zaman yeni yeni haberlerle de Bayrak Lefkoşa’yı anlatıyordu.

(Cambulat Radyosu’nu) Namık Kemal Meydanı’ndaki eski Türk Gücü binasında (hanayında) kurup yayına sokan “radyocu Halil” dediğimiz Allah vergisi elektronik ustası rahmetlik (Halil Asiltürk) adlı bir yurttaşımızdı ki yayınımız Lefkoşa’dan bile işitilirdi.

***

İSMET KOTAK’la tanışıp kaynaşmamız da o yıllarda başladı. Beni çağırmış “radyonun Haberler Merkezi’nde” yardımcısı yapmıştı. Henüz Bozkurt gazetesinde yeni yeni yazmaya başlamıştım Kotak da aynı gazetede yazıyordu.

TUTUN ki hem bir mücadele safhasında birlikte ve el ele benim hâlâ “hasbelkader” dediğimce “Cambulat Radyosu” için çalışıyor, bir yandan da sosyal faaliyetleri birlikte gerçekleştiriyorduk. Hatta “Karga” adlı bir mizah dergisi çıkartacak kadar.

***

Kİ sonraları Kotak ile “faaliyet ve yayınlarımızla” TC’den bile ses soluk getirecek olan “dernekler” de kurmuştuk. Ki o başlangıcın devamında mesela Mustafa Adaoğlu’nun ön ayak olup kurduğu bir de “Fikir ve Sanat kulübümüz” vardı ki ilk kez Türk toplum bünyesinde Sağlık konusunda açık oturum gerçekleştirmiş, söz konusu dernekte ilgili bazı doktorları bir araya getirerek o yılların sağlık sorunlarını deşmiştik.                          

***

ÖYLESİ bir dönemdi ki “her şey (fakat anlamı ile) vatan içindi. Kıbrıs’ta bekamızı kurtarma mücadelemizdi. Türkiye dışında kalakalmış dünyadaki bir avuçluk Kıbrıslı Türk halkı olarak özgürlük ve egemenliğimize sahip çıkmanın “İstiklal Savaşıydı”.

EOKA’ya karşı mücadele ederken “Türk Mukavemet Teşkilatı” oluşumunda Kıbrıs Türk halkının adadaki varlığını sonsuza dek yaşatacak kutsal savaşımızdı gerçekleştirdiğimiz.
İSMET KOTAK’a dönüyorum:

Bakanlık mertebelerine kadar siyasetin tüm kademelerinde yer alır, parti kurar parti dağıtırken, yazık ki İsmet Kotak hemen her defasında dizginleyemediği heyecanına yenik düşüyordu! “EN iyisine en yükseğine en etkilisine” ulaşmak yollarında terlerken, çok inişli çıkışlı bir politika izledi. Kurduğu siyasi partilerde kayıtsız şartsız kendisine biat edilmesini istedi. Hep önde ve öncelikli olmak istedi.     

BU nedenle çevresini sadece kendisine biat edenlerle doldurdu. Eleştirilere tahammül edemedi, egosu haline getirdiği saplantılarından kurtulamadı. Yani “sabırlı” olamadı! Aksine politikada her zaman itici olan “tek adamlığı” yeğledi Cumhurbaşkanı olacak fırsat elinin altındayken partisinden milletvekili bile seçilemeyecek duruma düştü. Öldüğünde seçmenlerine yakınlarına kırgın ve küskündü. Aynen Burhan Nalbantoğlu gibi.

TÜM bunlara karşın İsmet Kotak’ı her zaman takdir ettim. Ülkede batırılmış kooperatifleri ayağa kaldıran Kotak’tı. Üstelik iman gibi  “inancı” ile.

Ki şimdilerde eğer kooperatifçiliğin “k”si bile ifade edilmiyorsa bunun tek nedeni “inanır” gibi görünmelerine karşın aslında “Koop sistemine” tırnak kadar inanmayanların Koop. Bakanı bile yapmalarıydı. 

Ki zaten artık adı sanı da işitilmiyor. Kaldı ki “ekonomik kalkınmanın sistemi” haline getirilsindi. TABİ ki rahmetlik Kotak için mesela Burhan Nabantoğlu hakkında yayımlanan kitaplar gibilerinden tanıtıcı kitaplar hazırlana bilinirdi dediğim yerde artık her iki politikacı refikim de Allah’ın rahmetine kavuştukları için yazabilirim, o yıllarda ellerini bile birbirlerine ya çok az denecek kadar ya da hiç uzatamadılardı. Çünkü her ikisi de birbirlerine biat edemeyecek, bir adım geride kalmayı sineye çekemeyecek kadar “lider ve liderlik” iddiasındaydılar ki yan yana gelmeleri mümkün değildi… Ve her iki politikacımıza da bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.