Türk Dil Kurumu tarafından “Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu” ve “Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu”  şeklinde tanımlanan “özgürlük” kelimesi, insan için önemli bir yerde durmaktadır.

   “İnsan, eylemlerinde ne kadar özgürdür”, “özgür insan kimdir” gibi soruların cevapları geçmiş yüzyıllarda çeşitli düşünürler tarafından kendine cevap aramıştır. Burada konumuzla ilişkili olması nedeniyle Filozof Spinoza’nın determinist (belirlenimcilik) anlayışının üzerinde durmamız gerekmektedir.

   Spinoza’ya göre tek özgür varlık Tanrı’dır. Tanrı ile doğa aynı anlama gelmektedir. Özgürlük ise sırf kendi yapısının zorunluluğuyla var olan, kendi kendisinin nedeni olan, yani eylemi başka bir şey tarafından belirlenemeyen tek varlık için geçerlidir. Bu varlık da Tanrı’dır. Tanrı, hiçbir dışsal nedene bağlı olmadan var olduğu için özgürdür.

   İnsan ise bir başka nedene bağlı olarak var olması ve duygularıyla tutkularının kölesi olması nedeniyle özgür değildir. İnsan hem içsel hem dışsal nedenlere bağlı olarak bir başka varlığa bağlıdır.

   Toplumsal baskı, aidiyet duygusu, onaylanma ihtiyacı gibi unsurlar da bireyin başka bir nedene bağlı olarak yaşadığının ve özgür olmadığının göstergesidir. Spinoza’ya göre insan akıl yasalarına göre hareket ederse özgürleşebilir. Aynı yaklaşımın Stoa felsefesinde de bulunduğu unutulmamalıdır.

   Görüldüğü gibi özgürlük kavramı insan için çok kritik bir noktada ve çeşitli boyutlarda ele alınmaktadır.

Peki, sanatçı ne kadar özgürdür ?

   Sanatçı, eleştirmenlerin, toplumun, satıcıların ve bunun gibi birçok etkenin baskısı altında özgürlüğünü kaybetmemek için büyük bir savaşım vermektedir.

   Düşünmek zorunda kalmak istemeyen, imgesel ve eleştirel yaklaşımlar yerine yüzeysel eserlerle uğraşmak isteyen toplum; sürekli kendi estetik ölçütlerine uygun eserler isteyen eleştirmen; sanatsal değerden çok maddi değere önem veren satıcı sanatçının özgürlüğünü elinden almaya yönelik çeşitli girişimlerde bulunmaktadır.

   Peki, bu koşullar altında sanatsal üretim yapmaya çalışan sanatçı ne kadar özgürdür? Sanatçının özgürlüğü Spinoza’ya da bağlayarak söyleyecek olursak dış etkenlerden, nedenin nedeni olması durumundan kurtulmasıyla gerçekleşecektir.

   Sanata toplumsal düzeni sağlayacak bir araç olarak bakmak hem sanatçıyı hem de sanatı zincirlemek anlamına gelecektir. Öyle ki sanatçı bu noktada Kant’ın “Ödev ahlakı”na uygun hareket etmek durumundadır.

   Kant’a göre ahlaki olan şey hiçbir karşılık beklemeden yapılan davranışlardır. Kant’a göre insan araç olarak değil amaç olarak görülmelidir ve yapılan her davranış evrensel bir ilke olabilecek bir davranış olmalıdır.

   Müşteri potansiyeli yaratabilmek için mallarını ucuza satan bir marketçiyle sadece insanlara faydalı olmak amacıyla mallarını ucuza satan marketçi arasında bir fark vardır.

   Birinci marketçi insana bir araç olarak bakarken, ikinci marketçi amaç olarak bakmaktadır.

   Sanata da Kant’ın ödev ahlakı bağlamında baktığımızda asıl amacın ne topluma bilgi vermek, ne ticari gelir elde etmek ne de onaylanmak olmalıdır. Estetik ahlakına göre hareket eden sanatçı kendi estetik ölçütleri çerçevesinde sanatı bir araç olarak değil bir amaç olarak görmelidir: Sanatçının özgürlüğü de burada yatmaktadır.

   Özgür olmayan sanatçı özgür bir sanat da dünya da yaratamaz

Estetik esaret

   Sanatçı, sanat eseri meydana getiren kişi olmaktan ibaret değildir. Sanatçı, hayata imgesel bir çerçeveden bakar, toplumsal ve evrensel sorunları, haksızlığı, çirkinliği estetik bir şekilde sunar.

   Böylece insanı etkisi altına alan ve boğan nesnel gerçeklik yerini sanatsal gerçekliğe bırakır. Bu açıdan bakıldığında sosyal statü anlamında sanatçı her türlü özgürlük alanına sahip olmak durumundadır.

   Ne iktidarın ne toplumun ne de güçlü tarafın sunacağı menfaat sanatçı için önem arz eder. Sanatçı, üreterek yeni bir dünya yaratma amacı güder.

   İşte tam bu noktada sanatçının her ne kadar sosyal anlamda özgürlüğünü savunsak da estetik ölçütler anlamında esaret altına olduğunu söylememiz de mümkündür.

   Kant’ın ödev ahlakına ve benim deyimimle “estetik ahlakı”na göre hareket eden sanatçı, sanatsal anlamda üretimde bulunabilmek için belli estetik ölçütlere uymak zorundadır.

   Şiir üzerinden gidecek olursak toplumun çoğunluğu tarafından duygusal anlatımların, romantik sözlerin ve devrik cümlelerin şiir olmamasının nedeni estetik ölçütlere uygun olmamasıdır.

   Bilindiği gibi şiirde imge, simge, derinlik, edebi sanatlar, müzikalite ve bunun gibi birçok unsur özgün estetik ölçütler çerçevesinde kendine yer bulmaktadır.

   Bu nedenle sanatçı sosyal statü anlamında her ne kadar özgür olsa da estetik eylem sırasında esaret altındadır.