Öteden beridir kendi içimize kıvrık kapalı toplum oluşumuzun yalnızlığındayız.
Türkiye’ye açılan kapılarımız da olmasa soluk alamayacak kadar dönbaba olduğumuz küçük “yarımadamızda” (çünkü artık bir yarısı Güney Kıbrıs’a sınır kapıları ile açılıyor dolayısıyla ada özelliğini yitirdi) sürdürmeye çalıştığımız hayatlarımızı “of’lar puf’larla devam ettirirken dışımızda bir başka dünya olduğunun da çok farkına varmıyoruz!
OYSA VARDIR! Mesela artık siyasi sorunları sınırlarını aşarak dünyanın şurasına burasına bulaşan ve bugüne kadar doğal servetleri yağma Hasan’nın böreği gibi Avrupa ülkeleri tarafından sömürülen bir “kara Afrika” vardır.
YAVAŞTAN uyanmıyor… Gözlerini açtıkça bir yandan da kendi coğrafyasının yeraltı yerüstü zenginliklerini keşfediyor… Fakat bu servete karşın dünyanın en geri kalmış fakir ülkelerinden oluşunun sadece idrakine varmıyor, sorguluyor da!
KISACA Afrika ülkelerinden söz ediyorum. Türkiye’nin de elinden tutup kalkındırmaya çalıştığı Somali’si, Fas, Tunus, Cezayir’i ile uyanıyorlar… Ve gözlerini ovuşturdukça onca yeraltı yerüstü servetlerine karşın neden dünyanın geri kalmış ülkeler safında yer aldıklarını sorguluyor en azından sorgulamak gereğini duyuyorlar. Dolayısıyla; gelişmeleri uzaklardan izlemiş olsak da biz de sormak gereğini duyuyoruz. Yoksa çok geç mi kaldılar?
VE DÖNELİM BİZE: Mübarek ülke açık artırmaya çıktı. Bir gün sıcaklık artarsa bir gün pahalılık artmakta! Ki Atatürk de söylediydi. “Yüksel ki yerin bu yer değildir” dediydi de…
O yıllarda enflasyonu bilmiyorlardı. Paranın düşen değerini, düştükçe atan fiyatları falan dert etmiyorlardı çünkü her şey Allah’ın takdiri ilahisi sayılırdı…
“KURLAR enflasyon” gibi laflar çağımızın malıdır ki her sabah güneşle birlikte doğup hayatlarımıza girerler, akşam güneşle birlikte çekip giderlerken ya “batırırlar ya çıkarırlar” ya “kazandırırlar ya kaybettirirler!..”
Ve kural hiç değişmez. Birleri kazanırken sevinci birileri kaybetmenin ızdırabını yaşar! Geçelim…
KISACA TAKILDIĞIM: Çok sık olmasa da zaman zaman Mağusa’daki “devlet Dairelerine” yolum düşer.. Dün bugün yine öylesi bir zorunluluk nedeniyle bazı Devlet Dairelerine uğramak gereğini duyduğumda hâlâ 1974’lerden ve tabi Kıbrıs Cumhuriyetinden, dolayısıyla çoğunluğunca sahip ve görevlileri olan Rumlardan kalma “devlet dairelerini” bir kez daha şöyle alıcı gözle izlemek fırsatı buldum…
“Klimalarından” başka hiçbir olumlu değişiklikleri olmamış! Hatta bazıları İngiliz sömürge döneminden kalmış eksiklik ve ilkellikleriyle virane görünümleriyle ilkelliği çağrıştırıyorlar! Yeni kurulanlar Rumun terkettiği apartman binalarından bozmalar! İnsana ne alâka dedirtiyorlar…
Bazıları çok katlılar... Dik merdiven ayaklarını çıkarken canınız da çıkıyor… Daracık koridorlar “işyerleri” niyetine küçük odalar ve kapılarında oflar puflar içinde bekleşen yurttaşlar…
ORALARDA çalışan görevlilere de üzülürsünüz! Ömürleri “namüsait şartlarda her gün onlarca yüzlerce insana hizmet vermek için geçmekte... Çoğu bırakın gülmeyi tebessüm etmeyi bile beceremiyorlar... Yorgun ve yoğunlar…
YILLAR önce yine ve sık sık yazıyordum: Bazıları İngilizlerden bazıları Kıbrıs Cumhuriyetinden bazıları Rumlardan kalma bu eski ve antikalaşmış, bazıları viran harap görünümlü bu devlet dairelerinden artık utanmamız gerekmektedir…
DEVLETSEK eğer önce bizatihi devletin imajını yenilememiz gerekir… Tabi ki bayındır ve mamur alt yapıları ile… Yolları ile aydınlatmaları, tertip temizliği ve yurttaşına hizmet veren “devlet daireleri” ile…
Hâlâ bunları gerçekleştiremedik… Aradan yarım asır geçti hâlâ eski püskü “ganimet” binalarda KKTC’nin rüştünü ayazlatıyoruz ama hiç hoş ve güzel olmuyor!