Çok eski, çok bilinen bir taktiktir, en üsttekinin, en yetkili kişinin “meseleye el atma” meselesi…

   Karmaşık, içinden çıkılması zor bir görev için alttaki yetkililere “siz bakın bu işe, bana rapor verin” denir…

   Bu arada onlara; “Sakın bana sormadan bir şeyi kabul etmeyin, ‘evet’ demeyin” diye de tembih edilir.

   Alttakiler canını yer, ihtilaflı meseleyi bir yere kadar getirir, karşılıklı öneriler ortaya konulur, tam anlaşacaklar, en yukarıdaki kişi “Bu şekilde olmaz, başka çare bulun” der.

    Bu şekilde uzlaşıya varılamayınca da müzakere edilen kişiler karşısındakini görür, onu bilir ve tepkisini de ona yöneltir.

    Aşağıdaki; “Sorduk, onay alamadık” dese de ona pek inanılmaz, onun anlaşmak istemediğine inanılır.

    Tekrar bir müzakere başlar, bu müzakereyi yapanın işi çok zordur hem karşısındakileri ikna etmelidir hem de ikna ederken ortaya koyduğu argümanları ya da uzlaşma metnini en yukarıdaki kişiye kabul ettirmelidir.

    Gerçekten kolay bir iş değildir, inisiyatif alıp karşı tarafa “tamam” dese, başı çok fena derde de girebilir.

     Müzakere edeceksin, karşındakini ikna edeceksin ve bunu en yukarıdaki kişiye, örneğin patrona kabul ettireceksin.

    Yani deveye bir değil iki hendek atlatmak gibi bir şey…

    Sen canını yerken, en yukarıdaki aşağıya inecek ve “Bana bırak, sen halledemedin” deyip, meseleyi tatlıya bağlayacak…

    Aslında ortada değişen pek bir şey olmayacak ama en yukarıdaki kişi, ufak bir söylem farklılığı ya da birazcık taviz ile uzlaşmayı sağlayacak.

     Tabii uzun süren müzakerede size sunduklarını patrona kabul ettiremediğiniz için tabiatıyla sizden şüphe ederler, “Demek ki sorun sendeydi, demek ki anlatamadın ya da sen çözmek istemedin, bak patrona anlattık anladı, mesele halloldu” derler.

    Yaaaa, öyle kalırsın orta yerde, seni kötü bilirler, en yukarıdaki de “meseleyi çözen, iş bitiren sağduyulu, anlayışlı, babacan kişi” rolüne bürünür…

     O kişi hele de bunu bir propagandaya dönüştürmek, puan toplamak derdindeyse, o müzakere masalarında mezeye dönüşürsünüz.

     Bunları kafadan uydurmuyorum, uzun yıllar yöneticilik yapmış bir kişi olarak söylüyorum, tecrübeyle sabittir…

     Üstelik bunları; siyasette, ülke yönetiminde, iş yaşamında, hatta ülkeler arası müzakerelerde bile görmek mümkündür, defalarca gördük…

     Meseleyi nereye bağlayacağımı anladınız tabii ki…    

     10 gün boyunca hayvancıların eylemiyle yattık kalktık, henüz mesele nereye vardı pek belli değil, cumayı bekleyeceğiz ama bu krizin iyi adamı ile kötü adamları da ortaya çıktı.

     Tabii ki hayvancıları yumuşatan kişi rolündeki Başbakan Ünal Üstel iyi adam, birkaç kez hayvancılar ile konuşan ama ikna edemeyen Tarım Bakanı Hüseyin Çavuş, Maliye Bakanı Özdemir Berova ve Ekonomi Bakanı Olgun Amcaoğlu kötü adam.

     Ortaya çıkan tablo böyle… Sanırım Çavuş, Berova ve Amcaoğlu’ndan oluşan üç kişilik komite, hayvancılar ile üç kez görüştü ama sonuç alınamadı, hatta bu görüşmelerde hep sinirler gerildi, hayvancılar her defasında toplantıdan sinirli çıktı.

      Komitedekiler konuşup, Başbakana rapor veriyordu ama sonuç alınamıyordu…

    Ancak gelin görün ki Başbakan kendisi hayvancılarla görüşünce ortada yumuşak bir hava oluştu.

    Konu henüz çözüme bağlanmamış olsa da uzlaşı umudu doğdu, neler söylediyse Başbakan hayvancılara, onlar da Başbakanın konuşmalarından memnun kalmışlar. Yani en azından uzlaşı yolu açıldı…
    Mesele öyle bir yere evrildi ki; hayvancılar Tarım Bakanından şikayetçi oldu, onu kötü gördü, Başbakanın değil de Tarım Bakanının kendilerine bazı hakları vermek istemediğini söyledi, sitem etti ve eylemi de o Tarım Bakanlığına taşıdığını söyledi. Tam da size yukarıda anlattığım meseleler gibi…

   E öyledir, birileri “iyi adam” ya da “melek” olacaksa, o filmde “kötü adama” veya “şeytana” da ihtiyaç vardır… Bu filmin de “iyi adamını” ve “kötü adamlarını” da artık biliyorsunuz.

    Böyle şeyler çokça yaşanır ama siyasette daha çok yaşanır, şu sıralar en yukarıdakinin “iyi adam” olmaya, diğer üç adamdan daha fazla ihtiyacı var.

    Ha bir de meselenin Bakanlar Kuruluna gidecek olması çok ilginç değil mi? Kim kimi ikna edecek Bakanlar Kurulu’nda? Bir şeyler söz vermiş olan Başbakan, bunları kabineye mi onaylatacak? Orada birisinin kendisine karşı çıkacağını mı düşünüyor?

     “Şimdi sen bunları yazmakla ne demek istiyorsun? Neyi beğenmedin? Amacın nedir?” diye soracaklar bana.

     Ne demek istediğim açık değil mi? Beğenip beğenmeme meselesi yok. Bir tespit yaptım o kadar…

     Ben buradaki ne iyi görünenden ne de kötü görünenlerden tarafım… Tek isteğim, sorun çözülsün, uzlaşı olsun, eylem bitsin; bunu çok istiyorum ama bu filmdeki iyiler ve kötülere bir de benim dediğim gözle bakın…

    Yöneticilik yaşamımda böyle şeyler başıma geldiği ve zaman zaman kötü adama dönüştüğüm için empati yapmaya çalıştım, o kadar, başka kötü bir niyetim yok…

     Ha siz “Roller önceden belirlendi, bu kişiler isteyerek iyi polis- kötü polisi oynadı, herkes rolünü ortaya koydu” diye düşünüyorsanız, o da sizin görüşünüz, ben bir şey diyemem…