Trafik kazasında çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim bugün… Bu kaçıncı? Geçmişte başka arkadaşlarımı ve birisi halamın oğlu, diğeri teyzemin oğlu olmak üzere iki de yeğenimi kaybettim… Canımı...

Trafik kazasında çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim bugün… Bu kaçıncı? Geçmişte başka arkadaşlarımı ve birisi halamın oğlu, diğeri teyzemin oğlu olmak üzere iki de yeğenimi kaybettim… Canımı çok yaktı trafik kazaları ve yakmaya devam ediyor… Depremden korkuyoruz ya şu sıralar, inanın bu ülkede trafik kazaları veya çarpışmaları depremden daha tehlikeli ve öldürücüdür. Kıbrıs tarihine bir bakın isterseniz; trafik çarpışmalarından ölenler, depremden ölenlerin kat kat üzerindedir… Bu ülkede trafiğe çıkan herkes ölümle burun burunadır… Asker arkadaşım, sevgili dostum, “kardeşim” dediğim Sadık Özcan Topkayalı, bu sabah trafik kazasında yaşamını yitirdi, yüreğimize ateş düştü… Arkadaşlar “Gaziköy yakınlarında ciddi kaza var, ölüm olabilir, gidiyoruz” dediklerinde bir tuhaf oldum, tedirgin bir hava kapladı beni, çünkü o bölgede Dilekkaya ve Erdemli’de eşimin anne- babası, kardeşleri, akrabaları var… İnsan kimsenin ölmesini istemez ama ilk de kendi yakınları aklına gelir, onlara bir şey olmadığını öğrenene kadar da rahat edemez. Önce “ağır yaralı” denilen kişinin adı geldiğinde şok oldum; “Sadık Özcan Topkayalı” ismini duyunca olduğum yere çöktüm ve kurtulması için dua ettim. Kısa süre sonra ölüm haberi geldi, beynimden vurulmuşa döndüm, vücudumu bir sıcaklık kapladı… Kaza Gaziköy yakınlarında olmuştu ama doğrusu, Gaziköylü arkadaşım hiç aklıma gelmemişti. Kim bilir belki de ölümü ona hiç yakıştırmadığım için bu ihtimali hiç düşünmemiştim. Bir yanlışlık olmasını diledim ama bir de ne göreyim ölüm haberi telefonuma polis açıklaması olarak düştü, ne yapacağımı bilemedim, ortak arkadaşlarımızdan Halil Esendağlı’yı aradım, karşılıklı ağlamaktan konuşamıyorduk. Sonra başka ortak arkadaşımız Can Vurgun’u aradım, sanki bir ses bekliyordum, “Bir hata var, Sadık’ımız ölmedi” desin… Sonra diğer arkadaşlar aradı beni, şaşkındık, inanamıyorduk… Sadık trafik kurallarına uyardı, çok süratli otomobil kullanmazdı, hatta birkaç kez kendisiyle birlikte seyahat ederken çok yavaş araç kullandığından bile şikayetçi olmuştum. Kurallara uymak yetmiyor ki ülkenin trafiğinde, birisi gelip size çarpıyor ve öldürüyor. Tüm suçsuzluğunuz, masumiyetinizle hayata gözlerinizi yumuyorsunuz, bu ülkede bu trafiğin yakıcılığı yıllardır devam ettiği için… Sadık’la 1989 yılında askere gittiğimde tanışmıştım, Dikmen’de İkmal Bakım Bölüğü’nde ilk dostluk kurduğum kişilerden birisiydi… Hiç unutmam, ilk nöbet arkadaşımdı, askerlikteki ilk nöbetimi onunla tutmuştum. Arkadaştan da öte sanki kardeşim gibiydi, her başım sıkıştığında hep yanımdaydı… Sonraki yıllarda da arkadaşlığımız devam etti. Arkadaş canlısı, yardımsever bir insandı Sadık, bir şey istedin mi, başın sıkıştı mı bir telefon etmen yeterliydi… Asker arkadaşları grubumuz var, görüşüyor, buluşuyorduk, bu gruba başka ortak arkadaşlar da katmıştık. Buluşuyorduk, meyhane geceleri yapıyorduk… Çok şakalaşırdık, Sadık bana takılmayı severdi, beni kızdırmaya çalışırdı ama hiç kızmazdım ona, kızamazdım kardeşime, zaten yüzünü görür görmez yüzümde bir gülümseme belirirdi. Hele Sadık, diğer asker arkadaşlarım Can Vurgun ve Yaşar Gezer’le bir araya geldi mi onlardan korkulurdu, kurguladıkları şakalarıyla bana dünyayı dar ederlerdi ama ilk çözülen ve “rahat bırakın adamı” diyen hep Sadık olurdu… Sıkı bir UBP’liydi; “Hep bizim partiyi eleştiriyorsun, hiç mi iyi bir şey yapmıyor bu parti, bir gün de iyi bir şey yaz” diye takılırdı bana. Galatasaray taraftarıydı, askerlik günlerinden beri Galatasaray- Fenerbahçe takışmalarımız da vardı. 1990 yılında Fenerbahçe kendi sahasında Aydınspor’a 6-1 yenildiğinde askerdeydik, dalga geçmekten deli etmişti beni… Pandemi daha tam bitmeden kalp ameliyatı geçirmişti, doktorlar görüşmeci yasağı getirdiği için telefonda konuşuyorduk. Ameliyattan hemen önce çok moralsizdi, sanki ameliyat masasından kalkamayacak gibi bir duyguya kapılmıştı. “İstemem böyle üzgün ses duyayım, alışmadım senin böyle üzgün sesine” diye itiraz etmiştim, moral vermiştim ona… Ben onun şakalarına, hayat dolu sesine alışmıştım çünkü… Hiç unutmam bir gece saat 23.30’da Sadık aramıştı; ödüm patlamıştı bir şey oldu diye. Telefonu açtım, “alo” diyen ses tanıdıktı ama Sadık değildi. Biraz daha konuşunca, Sadık’ın telefonundaki sesin Hasan Taçoy (O günlerde Çalışma Bakanı değildi, milletvekiliydi) olduğunu anladım. “Hasan Bey, siz misiniz? Korkuttunuz beni. Sadık nerede?” demiştim. Meğerse Hasan Taçoy’un canı yumurtalı kaymak yağı çekmiş. O saatte kaymak yağı kavurup yiyorlarmış, beni aramak akıllarına gelmiş. Çok gülmüştük yine o gece. Sadık, Taçoy ile iyi arkadaştı. Hasan Taçoy’la her televizyon programı yaptığımızda veya karşılaştığımızda mutlaka Sadık’tan söz ederiz. Taçoy “Özcan” derdi ona, ben hep “Sadık” demeye alışmıştım… Sadık’la, görüşemesek bile mutlaka telefonlaşırdık, “Hayırsızsın, hep ben ararım” derdi. Bazen bana haber konuları verirdi, bazen diğer ortak arkadaşlarımızla ilgili bilgileri ondan alırdım. Yanına ortak arkadaşlarımdan birisi gittiğinde mutlaka telefonla ararlardı beni. Daha geçen hafta Can Vurgun ile yeni işyerime “hayırlı olsun” ziyaretine geldiler bana, yine çok şakalaştık, güldük, eski günlerden söz ettik. Emekli olduğunda neler yapmayı düşündüğünden söz etmişti, torun sahibi olmanın güzelliğini, toruncuğunun ne kadar tatlı olduğunu anlatmıştı bana… Sadık bir de meyhane gecesi organize ediyordu, tarihi bile ayarlamıştı; 13 Mart’ta bir grup arkadaş bir araya gelecektik, Makine Mühendisleri Odası Başkanı Ayer Yarkıner, İkmal Bakım Bölüğü’nde komutanımızdı. Sadık, “Ayer Komutanı da davet edelim” demişti. “Olur” demiştik Can Vurgun’la… 13 Mart’ta buluşacaktık… Aklımıza gelir miydi ki cenaze töreninde bir araya geleceğimiz… Bunları neden anlatıyorum, neden yazıyorum onu da bilmiyorum ama elimden başka ne, gelir ki? Arkadaşımın öldüğüne inanamıyorum, çok üzgünüm, içim acıyor, üzüntümü nasıl bastırabilirim bilemiyorum… Elveda dostum, sen yoksun ya artık, bir eksik değiliz, çok eksiğiz çok…  

7 Mart 2023