Dünkü elektrik kesintileri nedeniyle sonuna geldiğim yazım bilgisayarımdan göçüp giderken tabi ki “Allah devletimize zeval vermesin” demedim! Tutun ki bir saatlik emek bir tıklık zaman diliminde yok o...
Dünkü elektrik kesintileri nedeniyle sonuna geldiğim yazım bilgisayarımdan göçüp giderken tabi ki “Allah devletimize zeval vermesin” demedim! Tutun ki bir saatlik emek bir tıklık zaman diliminde yok oldu. Çarnaçar yenisini yazdık da cöt da çektiğini bilir!
YA işi gücü, ekmek parası kazandığı teknesi, atölyesi, dükkânı, tesisi, kısaca kazancı “elektriğe bağlı” olan iş sahibi insanlar? Onlar neler kaybetmediler ki? Dahası asıl kaybeden bir işgünü gücünde kazanması gereken devlet değil mi?
EĞER OLAY gelip geçen yılların, hadi biz henüz o mertebeye gelmemişiz “ayların” diyelim arasına sıkışan bir iki gelip geçici ve kısa süreli kesintiler olsa, “olur bu kadarı” da diyeceğiz ama hayır! Bu ülkede elektrik kesintileri Kıbrıs Türk halkının ekmek suyu gibi yaşamsal kaderi oldu!
BİR DAHA yazayım ama: TC’den akan su akmaya başladığında “elektrik de gelsin” dendiğinde tartışmasını kavga edercesine yaptığım için çok iyi biliyorum yüzüme karşı “bu kadar da bağımlılık yetmez mi” diyenler olduydu!
KİME karşı bağımlılık? Türkiye’ye! Fakat ayni kesimler TC’den oluk oluk akan parasal katkı sayesinde her ay ceplerine hayat hatta hayat pahalılığı oranlarında zamlı yansıyan maaşlarına hiç de “hayır” demediler! “TC’ye çok gebe kaldık” da demediler!
RAHMETLİK Denktaş evet, Türkiye’ye göbekten bağlanacağımız entegrasyondan yanaydı. Kuzey’de kendimizi Güney’deki Rum Yunan tehdidine karşı ne askeri ne de ekonomik yönden koruyabileceğimize, dahası var olabileceğimize inanmıyordu.
KKTC’yi ilan ederken de (zannedersem) bu düşüncesini kuvveden fiile geçirmek içindi. Şöyle ki son bir darbeyle “Türk-Rum Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” ekarte edip kendi devlet bağımsızlığımızla irademizi kendimizin, Kıbrıs Türk halkının kullanacağı bir “siyasi ortam” yaratmak için. ***
İŞTE KONUMUZ VE SORUNUMUZ da budur! Kurduğumuz devleti tanıtamadık! Son bir çıkışla her ne kadar “Türk Devletleri Teşkilatına (TDT) “gözlemci üye” olarak kabul edilsek de henüz o ülkelerle ülkemize yansıyacak ciddi ilişkiler kuramadık.
TABİ ki koşullar elverdikçe olacak. Nitekim şimdilerde aşinalığa varan ilişkilerde aramızda pek çok Türkmenistanlı ve ötesi Asyalı insanlar var. Hadi ilişkilerimiz nasıl anlatayım:
DÜN yatalak ve yaşlı insanlara bakan Türkmenistanlı bir kadın “bakıcı” ile konuşuyorum. Ülkedeki ikamet iznini uzatması gerekiyormuş. Bunun için bazı tıbbi muayenelerden geçmesi gerekiyormuş, Lefkoşa Devlet Hastanesi’ne gitmiş. Belirli muayenelerden geçeceği için kan tahlili de gerekli. Ve o tahlili hastanede yaptırmış. Kaç lira bilir misiniz? Bir tahlil 2 bin lira! Neden ama?
Ülkemize gelen, yatalak hasta insanlarımıza bakan bu üç dört kuruşa muhtaç insanlardan neden böylesi astronomik ücretler alınmakta. Ki bu Türk Devletleri Teşkilatına da (TDT) gözlemci üyeyiz. İnsan biraz toleranslı davranır yahu! Azıcık politikacı olur, bir dünya topluluğuna üye olabileceğimizi düşünerek o ülkelerin insanlarına en azından kazık atmaktan hem de resmi devlet eliyle fırsat bu fırsat dedirtircesine kaçınılır! Beceremiyor başaramıyoruz. Bu kadar basit!
***
KISACA TAKILDIĞIM:
Kıbrıs’ta siyasi sorun kadar bir “eski” sorun daha vardır! Ki adada niçin bulunduklarını ne işe yaradıklarını hâlâ anlamış değiliz! BM’ler Askerleri!
Ki 1974 Barış harekâtının da bu harekâta neden olan Rum tahrik ve eylemlerinin de bizzat tanıklarıdırlar. Bir ayakları Güney’dedir bir ayakları Kuzey’de..
SON dönemlerde Taksim Sahası olayları nedeniyle sorgulanırlarken yine gündeme geldiler.. Ve ilk kez hem Güney’den hem Kuzey’den zılgıt yediler!.
PEKALA bu adada olmasalar ne olur? Mesela hâlâ iki toplum arasında gerçekten tampon mudurlar? Olası sürtüşmeleri caydırıcı fonksiyonları mı vardır? Olmasalardı iki toplum birbirlerinin boğazına mı yapışırlardı.
VE ASIL soru şu olmalı: Artık BM’ler askerlerinin bu adada aynı zamanda BM’ler üyesi olan Rum tarafını korumak yükümlülüğünde mi görev süreleri sürekli uzatılmaktadır? Yoksa Taksim sahası olaylarında olduğu gibi Güney Rum yönetimini Kuzey’e dolayısı ile Türkiye’ye karşı koruma kollama bekçiliği mi yapmaktadırlar?
ARTIK SIKTIKLARI da bir gerçek ama!
Nitekim bu kez TC Dışişleri Bakanlığı, Güvenlik Konseyinin BM’ler askerlerinin görev sürelerini 2024 tarihine kadar uzatma kararına tepki gösterdi. Çünkü olay gitgide adadaki bu gücün “Rum tarafını TC’ye karşı korumacılığını yapan bir özel askeri birlik” haline getirdi! Yani ne? Tarafsızlığını yitirdi! Dolayısıyla Kendi suyunu kendi ısıtıyor, bu gidişle yolcudur Abbas!
***
VE KISACA TAKILDIĞIM:
Aklımın bir köşesinde takılı kaldı sürekli kaşıntı yapıyor az biraz kaşıyacağım:
Geçtiğimiz günlerde CTP Başkanı Sn. Tufan Erhürman “seçimlerden usandık bıktık demenin “biz böyle iyiyiz, şikâyetimiz yoktur” demek olduğunu” söyleyerek serzenişte bulundu…
YANİ anladığımız Sn. Erhürman’a göre sık sık yapılan seçimlerle memleket daha doğruya, güzele, layık olması gereken düzenlere yaklaşıyor bu arayış sürmeli (mi) demek istiyor, fakat:
GERÇEK öyle mi ya? Seçim üstüne seçim tazelememize karşılık bu ülkede hâlâ her hükümet değişiminde paha üstüne paha ulanmakta!
ELEKTRİKLER daha çok kesilmekte! Koalisyon hükümetleri çaresizlik içinde kalmakta!
VAATLER rölantiye yatırılmakta, “yaptık yapacağız” vaatleri o sık sık yapılan seçimlerin kurbanı olmakta!
HER seçim sonrası bürokrasi “aş, iş, para, partili” falan derken şişirildikçe şişirilmekte.
TC’den borularla para akıtılsa bile maaşlar ödenemeyecek duruma sokulmakta.
KALKINMA programları ile sürekli iktidara gelen siyasi partiler daha koltuklarını bile ısıtmadan bir yeni seçimle giderlerken, yerlerine nasılsa gideceği için vekaleten gelenleri de tırnaklık iş yapmadan falan… Uzar gider!
KISACA bu ülkede sık sık yapılan seçimlerden bereket beklemek doğrusu Ağustos ayında yağmur yağmasını beklemek kadar abese iştigaldir! Kaldı ki seçmen siyasi partilerin oyuncağı da değildir. Pazartesi buluşmak üzere.