Bir süre daha depremi konuşacağız: “Zamanı, öncesi ve sonrası” vurgulamalarında doğanın bu yaramaz ve tahripkâr “olayını” defalarca anlatacağız. Ve evet bundan öncesi bazı sorunlarımız gibi “olmalıdır...
Bir süre daha depremi konuşacağız: “Zamanı, öncesi ve sonrası” vurgulamalarında doğanın bu yaramaz ve tahripkâr “olayını” defalarca anlatacağız. Ve evet bundan öncesi bazı sorunlarımız gibi “olmalıdır, almalıyız” gibilerinden dediğimiz tedbirleri konuşup yazacak, sonra da yerine geçecek daha başka sorunlar nedeniyle ve “ileride yeniden ele alırız” temennilerinde dosyalara yerleştirilecek; haberlerde, hatıralarda kalakalacaklardır!
YÖNETİM anlayışımız budur değişmez! Ne var ki bu kez olagelen deprem ne ötelenecek kadardır ne de unutulacak kadar. Dolayısıyla bir gün başımıza gelir dediğimizde nihayet dikkatlerimizi kendimize de çevirebildik! Mesela:
KAÇ gündür Mağusa’daki Laguna apartmanı medyanın gündeminden düşmüyor… Bu sırada bazı duyarlı yurttaşlar mesela ta Lüzinyanlardan kalma, aynı zamanda dünya mirası ve gotik mimarinin şaheserlerinden olan St. Nikolas Kilisesi’ni, şimdilerde “Lala Mustafa Paşa Camisi’ni” konuşuyorlar. Gazete manşetlerine taşıyor ve eğer gerekli restorasyonları yapılmazsa olası bir orta dereceli depremde bile yıkılabileceklerini söyleyip uyarılarda bulunuyorlar…
BEN bu tarihi camiye Mağusa surlar içindeki evlerle aşağı Maraş’taki evleri, iş yerlerini de ekliyorum. Her ne kadar Mağusa surlar içindekiler bir süredir restore edilerek turistlere kiralansalar da hâlâ içinde ailelerin oturduğu, onlarcası viran ve bazıları da metruk pislik deryası içinde tehlike yaratmaya devam ediyorlar! Tutun ki Lefkoşa’nın surlar içi mahallesi evlerinden çok daha tehlikeli, çok daha sağlıksız durumdalar…
YERİ geldi yazayım. Barış harekâtından sonra Baf’a göç ederek Türk mahallelerine yerleşen bazı Rumların imar iskân gerçeği olayı da vardır. Türk’ten devraldıkları Osmanlı’dan kalma yerleşim yerlerini “yaşanası” değil, “turisttik bir yerleşim beldesi” haline getirdiler… Yani bizim Kuzey’de hâlâ yapamadığımızı kırk yıl önce “bizim olan mülkün üzerinde Rumlar yaptılar!..”
ÖZELLİKLE Lala Mustafa Paşa Camisi’nin yanı sıra eskiden adına “Buğday Camisi” dediğimiz, sonraları geçmişte bizim bazı arkadaşlarla oluşturduğumuz, önceleri “Sanat Severler Derneği” sonraları “Halk Evi” salonu olarak kullanılan eski gotik mimarisiyle dikkati çeken tarihi eser de çok kötü durumdadır…
Kİ hemen hatırlatayım. Çoğu kişiler bilmezler ama çok eskilerde cami olarak da kullanılan bu tarihi kilise bozması binanın hemen yan avlusunda 28 Mehmet Çelebi’nin mezarı vardır.
***
BUNLARI neden anlatıyorum… Bugün Mağusa’da ister devlet kademelerinde isterse özelde çalışan “görevliler” yetkili ve “ileri gelenler,” kulüpler bu tarihi süreçleri bilmezler. Bilseler bu eski eserlerin aynı zamanda Mağusa’nın “kültür harsını” da oluşturduğunu bileceklerdi! Bildikleri sadece bir tek Namık Kemal’in “başından” ibaret büstü! Arkasında Osmanlı döneminde hatta mücadele yıllarında da okul olarak kullanılan mescidi de belki bilirler ama bugüne kadar hiçbirimiz en basit sallantıda yıkılacak kadar da yapısal tehlikede olduğunu görmezler!
***
YUKARIDA DEPREMİ vesile ederek “Mağusa surlar içini” özellikle gündeme getirdim. Ve ileride de bu sorunları “köşeme” taşımaya devam edeceğim. Çünkü içinde yaşanılan “Mağusa surlar içi” gerçekten bir dünya mirasıdır ve Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz’de bir başka eşi, hadi Rodos’ta Girit’de olsun ama her halde hisarları bu kadar devasa ve sağlam olmamalılar. Kale içi tarihi eserleri de bu kadar zengin değillerdir…
***
SADEDE gelelim: Ölenlerin arkasından seller gibi akıtılan gözyaşları ile ağıtlar yakılır. Fakat ne ölenler geri dönereler ne ağıtlara devam ederler. Hayat devam eder…
TUTUN ki “bayrak koşusu” gibi!” Ezelden gelenler ebede giderlerken gelecekleri yaşatıp mamur ve müreffeh, daha güzel, daha yaşanılır daha kalıcı yapmak için bayrağı yeni yeni nesillere devrederler…
YANİ gelenler gidenleri aratmazlar… Bu ülkeyi seviyorsak böyle olmak zorundayız…
***
KISACA TAKILDIĞIM: (NE YAMAN ÇELİŞKİ!) Ben “iktidar” olan siyasi parti liderlerinin ikide birde okul öğretmenleri ya da idarecileri gibi hemen her vesile ile öğrencilerine ders verircesine konuşmalar yapmalarına, açıklamalarda hatta nasihatlerde bulunmalarına fena halde takarım!
Elimde değil! Mesela en tazesinden örneği dün gazete manşetlerinde ayazlandı! Başbakan Sn. Üstel millete çektiği nasihatinde dedi ki “çekişme değil tek yürek olma zamanıdır…”
PEKİ kimdir bu “çekişenler?” deprem karşısında şok olmuş, bazıları yakınlarını bazıları evlerini yurtlarını yitirmiş insanlar mı? Onların acısını zaten milletçe yüreğinde sızı olarak görenler mi? Yoksa yakınları öldüğü evini barkını yitirdiği için yüreği kan ağlayan bu nedenle feveran eden mağdur ve mazlum insanlar mı?
YOKSA depreme odaklanmaları, felaketi toplumca birlik beraberlikle karşılamaları, yaraları sarmaları gereken “siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine kadar kurum kuruluşlar mı?”
PEKİ Sn. ÜSTEL kime birlik beraberlik çağrısı yapıyor? Bizzat kendisinin de içinde olduğu siyasi partilere mi? Mecliste birbirlerini yiyenlere mi? İktidar erkini elinde tutarken fırsat bu fırsat deyip muhalefete yönelik suçlamalara mı?
YANİ ne? Kavgayı marazayı tepede siz kopartıyor sonra halktan dayanışma istiyorsunuz? Bu ne yaman bir çelişkidir ama!