Hade bugün biraz farklı şeyler yazalım… Geçenlerde Girne Belediye Başkanı Murat Şenkul, bir paylaşımında şehrin en önemli sorunlarından birinin de bakımsız ve boyasız binalar olduğuna dikkat çekip, eski ve bakımsız binaları boyamayı hedeflediğini belirtmişti.
Şenkul, şehrin daha derli toplu görünmesi adına acilen boyanması gereken binalar için malzeme özellikle de boya konusunda sponsor olmak isteyen tüm yerli veya ithal ürün satan şirketleri kendilerine destek olmaya davet etmişti.
Bu paylaşımı okuyunca gözlerim parladı. Neden biliyor musunuz? Çünkü böyle bir şey benim çocukluk ve gençlik hayalimdi…
Evet, neredeyse çocuk yaşımdan beri Mağusa’da ve Lefkoşa’da boyası dökülmüş, yıpranmış veya yıkılmaya yüz tutmuş binalar hep gözüme çarpardı…
Boya isteyen, çok çirkin görüntü veren binaları, ağızdaki çürük dişlere benzetirdim.
Böyle binaların şehri bozduğunu düşünürdüm. Halen de öyle düşünüyorum…
Çirkin görünen binaların önünden geçerken, “halen boyanmadılar, ne zaman boyanacaklar” diye söylenirdim.
Kentlerde çok beğendiğim favorim olan konutlar vardı ama sinir olduğum, kentin güzelliğine gölge düşüren evlere de sinir olurdum…
Önceleri kendi kendime “binasını boyamayanlara ceza kesilsin” derdim, sonra bu düşüncemi hafifletip, “ceza olmasa da teşvik edilsin, hatta boyamaya gücü yetmeyenlere merkezi hükümet veya belediye yardım etsin” derdim…
Kimin gücünün boyamaya yettiği veya yetmediği belli değil mi zaten?
Bir kampanya olsa, boyaları, fırçaları eline alan bir grup insan, festival havasında yıpranmış, boyası dökülmüş binaları tamir etse, boyasa diye hayal kurardım.
Bir kentin güzelliği binalarının konumlanması ve bakımlı olup olmamasıyla da alakalıdır.
Boyaları yıpranmış, ya da yıkılmaya yüz tutmuş çok kötü görüntü veren binalar, şehri çirkin gösterir.
Bence bu çirkinliği ortadan kaldırmak için bir şeyler yapmak lazım.
Bazı Avrupa ülkelerinde binaların temizliğine, düzgün haline hayran kalırsınız.
Binanın eski olması sorun değil, bakımlı olması önemlidir.
Hatta eski evler, şehre başka bir hava katar, yeter ki bakımlı olsun.
Kentlerde öyle bakımsız, boyası, badanası dökülmüş evler görürsünüz ki içinizden boyayı alıp gidip boyamak gelir.
“Başka ülkeler beceriyor, biz neden beceremiyoruz?” diye düşünürüm hep.
Bu boyama fikrini bir kitapta da okumuştum, yanılmıyorsam Onur Olguner’in “Bir Lefkoşa Hikayesi” isimli kitabıydı, orada da şehrin boyası dökülmüş, yıpranmış binalarının boyanması projesi vardı.
O kitapta okuduğumda da “Bak benim gibi düşünenler var” demiştim.
Murat Şenkul’un paylaşımını okuyunca da sevindim, umarım Murat Başkan bunu başarır, gereken kaynağı bulur bunun için… Başka belediye başkanlarına da örnek olur…
Mümkün olsa kentlerde hiç olmazsa sembol caddelerde aynı karakteri yansıtan bir boyama yöntemi olsa, binalar benzer şekilde boyansa diye düşünüyorum.
Biliyorum, bu satıları okurken, bazı kentlerdeki vatandaşlar, bana gülüyor, “Normal belediyecilik hizmetlerini yaptılar da kaldı bakımsız binaları boyatsınlar” diyorlar.
Böyle düşünmekte haklıdırlar tabii ki… Bunu yapana kadar yapılması gereken çok şey vardır.
Ancak bakın yine de bir belediye başkanı bunu düşünmüş, yapmak için sponsor arıyor.
Belki de başka belediye başkanları da düşünüyordur böyle bir şeyi ama henüz öncelikleri arasında yoktur.
Mesela Gönyeli’de Concorde Tower Hotel yanında bir apartman var, boyaları döküldü, çatlakları ortaya çıktı, çok çirkin görünüyor, otelin yanında gecekondu gibi sanki.
Oradan geçerken gözüme ilişiyor, hep boyanması gerektiğini düşünüyorum…
Önemsiyorum böyle şeyleri, kentin dokusunu bozmamalı kimse, şehrin kimliği, kişiliğini sekteye uğratmamalı, “Bina, konut benimdir, istediğimi yaparım” rahatlığı olmamalı.
Bir kentte yaşamanın kuralları olmalı, herkes aklının kestiğini yaparsa, çirkin, düzensiz bir kentimiz olur.
Çirkinliğiyle değil, güzellikleriyle, düzeniyle, rahatlığıyla isim yapmalı bir kent.
Hayal mı kuruyorum? Olsun, hayal kuralım, belki bir gün gerçekleşir…