Cuma günü 15 Kasım... Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 41’inci kuruluş yıldönümünü kutluyoruz. Resepsiyonlar yapılacak, törenler düzenlenecek, yurtdışından konuklar gelecek.

“Bu Cumhuriyetin tanınması gerekir. Hak ve adadaki gerçekler bunu emreder” diyeceğiz. Türk Devletleri Topluluğu atılımımız var. Cumhurbaşkanı hiçbir Cumhurbaşkanının yapamadığını yapıp, Türkiye dışındaki başka ülkelerin devlet başkanları ile aynı karelerde, aynı masalarda oturuyor. Bunlar tamam.

Diğer taraftan ise Cumhuriyet’in ilan edildiği, adını verdiği Meclis, yani Cumhuriyet Meclisi, kimin sınıf mümessili olacağı kavgasının verildiği, ancak kavgayı ayıracak öğretmenin bulunmadığı, dopingli, hiperaktif çocuk sınıfı gibi duruyor buradan bakıldığında.

Kızmayın hemen. ‘Devleti aşağılıyor’ diye karşıma da kimse çıkmasın. Cumhuriyet Bayramı’na günler kala, erken kalkanın Başkanlık koltuğuna sevgilisine sarılır gibi durulduğu, ‘Tu birin’ diye bağırıldığı ve su şişelerinin havada uçuştuğu bir ortamda hangi Cumhuriyet Bayramından bahsedebileceğiz.

‘Tu birin’ ifadesini bilmeyenler için izah edeyim.  Tu tükürmeyi ifade ediyor. Birin de ‘Birinci ben söyledim hak benim’i anlatıyor. Neden Kıbrıslı Türk çocuklar olarak 70’li 80’li yıllarda tükürerek hak talep ediyorduk inanın fikrim yok. Neyse konuya dönelim.

İşin sıkıntılı kısmı, Türkiye’den bakıldığında da böyle bir manzara var, Azerbaycan’dan bakıldığında da. Güney Kıbrıs’tan nasıl bakıldığı ile pek ilgilenmesem de, “Bakın, biz bunca zamandır söylüyoruz. Haklıymışız. Bunların meclisleri sözde” laflarını haklı çıkartmak için elden ne geliyorsa yapılıyor gibi.

Birkaç gündür Londra’daydım. Sosyal medyadan paylaştıklarımdan görmüşsünüzdür.

Eskiden karşılaştığımızda memleketten haberler isterlerdi. “Nasıl gidiyor oralarda hayat. Döndün. Memnun musun? Tavsiye eder misin?” diye gelen sorular, yerini; “Nedir be ama, bir Meclis’i bile toplayamıyorsunuz. Güzelim ülkeyi ne hale çevirdiler. Tatile bile gidilmez artık oralara” diyenlerle karşılaştım.

Utandım mı? Evet. Sinirlendim mi? Çok... Siyasetin ülkeyi engelleyen değil, önünü açan, sorunlarını çözen bir müessese olan bir ülkeyi kıskandım mı? Hem de nasıl...

Şimdi gelelim Cuma’ya...

Nasıl sıralanacaksınız Dr. Fazıl Küçük Bulvarı’ndaki tören alanındaki protokol tribününe? 

Daha da önemli bir şey... Her yıl 15 Kasım’da Cumhuriyet Meclisi Başkanı, Cumhuriyet Meclisi’nin bahçesinde bir resepsiyona ev sahipliği yapar.

Daha davet gelmedi ama öğrendiğim kadarıyla Ziya Öztürkler, resepsiyona ev sahipliği yapacak. Resepsiyona muhalefetin katılmayacağını söylersem herhalde abartmış olmam.

Diğer taraftan halkın önemli bir kısmının ise muhalefet ile aynı düşünceye sahip olduğu için Cumhuriyet Resepsiyonu da yavan olmaz mı sizce?

Birileri çıkıp 41’inci kuruluş yıldönümü için, ‘41 kere maşallah’ diyene sarkastik mi diyeceğiz yoksa naif mi bilemedim ama 11 Kasım oturum açma girişiminin nazar değecek bir yanı yok.