Benden önce doğan ağabeyim ve benden sonra dünyaya gelen kız kardeşimi, kaybetmişti ailem ve ben arada kalmıştım. Özeldim onlar için. Üstüme titrerdi annemle babam ve iki ablam…
Annem beni hiç ağlatmaz, her istediğimi yapardı. Bademciklerim normalden büyüktü. Biraz üzülsem, ya da üşütsem hemen kızarır, yutkunmakta zorlanırdım.
Babamı farklı severdim. Bakışarak anlaşırdık. İlk aşkımdı babam…
Bir cumartesi günüydü. Evimizde her hafta aynı gün hamam yanardı. Annem hepimizi tek tek yıkardı. Önce ben yıkanırdım. Hamam çok sıcak olmadan… Sıcağa hiç dayanamazdım çünkü…
O gün de öyle oldu. Babam upuzun saçlarımı koklamış, “misler gibi koktun canım kızım” diyerek, her zamanki gibi beni bağrına basmıştı…
Babamın Limasol’da yaşlı bir halası vardı. Onu sık sık ziyaret ederdi, çok severlerdi birbirlerini…
Dedemin tek akrabasıydı Meryem Hala… Limasol’da oğlu Hüseyin Abi ve eşi Refika Yenge ile birlikte yaşardı Meryem Hala… Refika Yenge Macar asıllı, mükemmel ve saygın bir kadındı. Çok severdik yengemizi… Ne zaman Lefkoşa’ya gelse, mutlaka bize uğrardı. Meryem Hala anaydı. Yengem ona öz annesi gibi bakar, bir dediğini iki etmezdi.
O cumartesi babam yine Limasol’daki halasını ziyarete gitmiş, ben de gitmek istemiştim ama yol uzak diye beni götürmemişti.
Babam gittikten sonra çok ağlamış ve annem evde hamam faslı ile meşgul iken, ıslak saçlarım ile kapının önüne çıkmış ve komşumuz Sabriye teyzenin oğlu Erdil ile akşama kadar top oynamıştım.
Akşam olup da annem evdeki yokluğumu fark edip beni eve aldığı zaman, kan ter içinde kalmıştım.
O gece sabaha kadar ateşler içinde yanmıştım.
Babam Limasol’da… Annem tek başına sabaha kadar sirkeli sularla ateşimi düşürmeye çalışmış ama nafile… Bir de nefes almakta zorlanıyordum. Bademciklerim o kadar şişmiş ki, boğazım neredeyse kapanmıştı.
Sabah güneş doğar doğmaz anacığım beni kucağına alıp, Dr. Pertev’in kapısına dayanmış… Yaşım 5…
Pertev Bey beni görür görmez “Bu normal bir boğaz enfeksiyonu değil. Hemen hastaneye yatması lazım. Çocuk kuşpalazı oldu” demiş.
O zaman her evde telefon yok. Babama haber verilemiyor. Anacığım beni Lefkoşa’daki hastaneye götürmüş (Türk-Rum aynı hastanede tedavi görüyordu. Ellili yıllar) hemen beni yatırıp tedaviye başlamışlar.
Hayal meyal hatırlıyorum, yattığım odada tüm yataklar Türk Rum çocuk hastalarla dolu ve hepimiz de kuşpalazı olmuşuz…
Akşamüzeri babam gelmiş, yanıma almamışlar ama o kadar ısrar etmiş ki, kapıdan beni görmesine izin vermişler…
Günlerce hemşireler, doktorlar gelip gitti… Zor nefes alıyor, yemek yiyemiyordum. Kolumdan serumla besleniyordum.
Gözlerimin önünden hiç gitmeyen güneşin ilk ışıklarının pencereden odaya yansıyan sıcaklığı .. Hastane günlerimden aklımda kalan, bana yaşama sevinci aşılayan o pencereyi hiç unutmadım…
Bir akşam yanımda yatan Rum çocuk artık neredeyse artık nefes alamaz hale gelmiş. Yatağının etrafına yeşil bir paravan çektiler. Çocuk ölmüş, sonra alıp götürdüler… Çok üzülmüş olmalıydım ki, yeniden tıkandım… Nefes alamıyordum. Doktor geldi, boğazıma delik açıp solunumumu rahatlatmak gerektiğini söyledi… Rumca konuşuyordu.
Hemşire Fatma teyze mahalleden komşumuzdu. Benim de arkadaşım Tansel’in annesi. Biraz daha bekleyelim demiş. Sabaha kadar başımdan ayrılmadı. Sabah ateşim düşmüştü…
Sabah oldu, güneşin sıcacık ışıkları pencereden sızmaya başlamıştı.
İyiydim… Boğazım rahatlamıştı… Fatma teyze bana iyi gelmişti… Yalnız değildim. Nefes alıp verebiliyordum. Doktor “bu bir mucize” dedi…
Yanımdaki yatağa yeni bir hasta getirmişlerdi, o da kuşpalazı olmuştu… Yatağa oturup onunla konuştum. Moralim düzelmişti, ona da moral verdim.
Gözüm hep kapıdaydı. Babamı bekliyordum. İşte babam bana kapıdan bakıyordu, ağlıyordu…
Sonra, benim onu gördüğümü fark edince, gözyaşlarını silip, doktorla birlikte kapıdan ayrıldı…
Meğer o gece aileme durumumun ağırlaştığını haber vermişler. Canım babam sabaha kadar kapıda beklemiş…
Mucize olmuş, ateşim düşmüş, bademciklerim eski haline dönmüş ve ben on beş günden sonra bir akşamüstü hastaneden taburcu olmuştum.
O gece evde bir bayram havası vardı. Annem eve dönüşümü dualarla, mevlütlerle kutladı…
Yıllarca hiç ağlamadım. Ta ki, 1961 Kasım ayına kadar… Babamı beklenmedik bir zamanda genç yaşta kaybettik… Ve ben o gün büyüdüm… Oysa henüz 15 yaşımdaydım…
Aradan yıllar geçti… Çok kayıplar yaşadık… Hep gizli gizli ağladım. Gözyaşlarımı o yaralı yüreğime akıttım, orada depoladım.
Bir gün taşmaz umarım…