YENİDEN BAŞLARKEN: “Bir başka yayın organında “yeni bir başlangıç yapmanın” da bahanesine sığınarak günlük yazılarıma bir süre ara verdimdi. Doğrusu iyi de geldi. NE var ki önces...
YENİDEN BAŞLARKEN: “Bir başka yayın organında “yeni bir başlangıç yapmanın” da bahanesine sığınarak günlük yazılarıma bir süre ara verdimdi. Doğrusu iyi de geldi. NE var ki öncesi dönemlerde “konu” kısırlığı çekerken ve ben kendimi rölantiye alırken tam da medyanın bayılacağı bal kaymak olaylarla haberleri bastırmasın mı? Hep söylerim “el alemde talih bizde kör Salih!” NEYSE yeni bir soluk, yeni bir ceht, fakat eski hamam eski tas bıraktığımız yerden devam diyoruz… “Ki gündemde neler neler yok… BİR tanesi de kendimi bildim bileli Lefkoşa’nın ve Kıbrıs Türk halkıyla Çetinkaya’nın da “sahası” olarak adlandırdığımız, eskiden “Cirit Meydanı” dediğimiz saha… Kİ daha anaokuluna yeni başladığımda annem babamla Mağusa’dan Lefkoşa’ya “çuf, puf” trenle yaptığımız yolculuktan sonra söz konusu hisar altındaki sahanın üst başındaki mahalledeki bir evde oturan Salih amcama giderdik… Sonuçta işte bu yeniden düzenlenerek sporcuların hizmetine açılan saha bile, aslında bu ülkede başından beridir “ne yaptıkları ile neyi önleyip caydırıcı oldukları” hep tartışmalı olan BM Barış Gücü’nün hışmına uğradı!***
KONU SOĞUMUŞ da olsa hemen hatırlatayım: Mesela Mağusa’da uzun yıllardır ikamet ettiğim evimin bulunduğu mahallede artık gündeme getirilmesi gereken bir “Barış Gücü Askeri kampı” vardır ki bu kamp sadece kentin tam ortasında kalmışlığı ile değil, acayip ve tenekeden barakamsı kışlalarıyla da görüntü kirliliği yaratıyor! de Üstelik ki DAÜ’nün de hemen yanı başında. BİR zamanlar bu kampa fena halde takmış, sık sık “köşeme” taşıdığım bir sorun yapmıştım… Çünkü bazı günler sık sık, bazen her gün BM’ye ait bir helikopter başımızın üzerinde uçarak kentin tam göbeğindeki bu kampa inip kalkıyordu ki beş on metre ötesinde evler apartmanlar vardı… “YA BİR GÜN DÜŞERSE” diyordum! Ve ekliyordum. Demeyin olmaz olmaz ya olursa!” Tam bir felaket olurdu ki yıllarca olayı medyadaki köşemin beylik konusu yaptımdı... Sonunda onlar da gitgide daha bir yoğunlaşan kentteki iskân olayını dikkate alarak helikopteri devre dışı bıraktılar… Şimdilerde sesini çok seyrek işitiyoruz…***
KONU ve SORUN, BM’ye ait bu “kamptan” açılmışken söyleyim: Yanılmıyorsam bu saha Evkaf’ın olmalıdır. Bir zamanlar üzerine üzerine giderken, epey dürtüklemiştim ki Kudret Özersay da konunun üstüne giderek “gelin bu alanı bir halk parkı yapalım” demişti, ama olayı daha ileri götürmemiş, benden başka hatırlayanı da galiba kalmamıştır. BEN hatırlatmakla kalmıyorum ama. Diyorum ki artık Mağusa’nın en kalabalık ve merkezi yerine sıkışıp kalmış bu askeri kampın bir başka yere taşınması gerektiğini düşünün… Özellikle görev Mağusa Belediyesi’nin olmalıdır… VE ekleyim: Bu kez Lefkoşa’daki “Çetinkaya yada Cirit Meydanı dediğimiz sahayla ilgili sorunu da soğutmayın… Eğer KKTC’nin “sahibi mutlak”ı isek ve bu adada devlet oluş iddiasındaysak, hâlâ 1964 ahkâmlarından kalma “cemaat” gibi değil, devlet gibi davranmak zorundayız ki, UNFICYP sadece Güney Rum devletini değil, Kuzey Türk Devlet’ini de tanımak zorundadır. DİYELİM ve geçen haftaya bir de bizim cepheden bakalım:***
KAPLO İLE ELEKTRİK AKIMI: Geçen haftadan kalma bir olay. Ne var ki suyun akıtıldığı günlerde de gündemdeydi ve pek ala da ikisi birlikte gerçekleştirile bilinirdi ama hayret ki hayret! “Evet istemedik!” Hatta suyun aktarılmasını bile istemedik! Ki ne diyordu bazı Kıbrıs Cumhuriyeti sevdalıları? “Bu kadar bağımlılık da çok değil mi?” Kime karşı söyleniyordu? Türkiye’ye! “Kıbrıs Türk’ünü eğer su ve elektrikle Türkiye’ye vazgeçilmez ve hayati olan bu iki enerjiyle bağımlı hale getirirsek, aynı zamanda Türkiye’ye de bağımlı hale geleceğiz” diyorlardı! ZATEN ve hâlâ söylüyorlar! Anlaması ve anlatması da her zaman kolay olmuyor… Ki “siyasi yapılanmamızı” da bu acube mantık üzerine oturttuk! Artık kendimizi iki ayrı kampın insanları olarak tanımlıyoruz. Şöyle ki ya “Erdoğanlı Türkiye’den yanayız, ya da çoktan tarihin bataklığında boğulurken kaybolup gitmiş “Kıbrıs Cumhuriyeti’nden” yana oluşun siyasi tercihindeyiz! VAH VAH! Başka türlü bir “bağımsızlık ve bağlantısızlık” da düşünemiyoruz! Düşünemiyoruz, çünkü emrimize amade kılınmış Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’ni yönetemiyoruz! Bu nedenle de olanca “olumsuzluklarla sosyoekonomik” sorunları, “böyle istedi, şöyle emretti” diye Ankara’ya fatura ederlerken, bize kalan devlet yönetimi rolü de figüranlıktan öte gidemiyor! TABİ Kİ gelip giden hükümetlerin de çok işine geliyor bu “bizi Türkiye idare ediyor” efsanesi! Ne zaman sıkışsalar, gözlerini Kuzey’e kaydırıp kırparak, “ne yapalım davul bizde ama tokmak da orada” sezinlettirmesinde bulunuyorlar! Ucuz aciz ve sıradan bir politika!